-İbrahim Tığ-
Türk edebiyatında 1941 yılından sonra gelişen Garip akımının öncülerinden Orhan Veli’nin, “Son yıllarda Zonguldak, üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü Onur, biri Kemal Uluser, biri de Muzaffer Tayyip. Bu ne biçim keder! Üçü de arka arkaya öldüler” diye tanımladığı Zonguldaklı şairler; Rüştü Onur 22, Muzaffer Tayyip Uslu 24 ve Kemal Uluser de 29 yaşında yaşama veda etti.
“Ya aşklarım Ya şiirlerim ne olacak?”(*)
3 Ağustos... Devrekli şair Rüştü Onur’un doğumunun 96. yıldönümü.
Ancak onunla ilgili bugüne kadar pek çok şey söylendi ve yazıldı. Bu bilgilerin doğruları olduğu kadar pek çok yanlışları da vardı. Bu yazımda, söz konusu yanlışlıkları düzeltmek, Rüştü Onur’la ilgili ortaya çıkardığım bu doğru bilgileri sizlerle paylaşmayı amaçladım.
Edebiyatımızın genç ölümlü şairi Rüştü Onur’un yaşamını, edebiyat çevrelerinin, genç kuşakların ve halkımızın doğru bilmesi gerektiğine inanıyorum.
Peki, kimdir Rüştü Onur?
3 Ağustos 1920 tarihinde Devrek’te dünyaya gelir Rüştü Onur. Onun asıl adı Mehmet Rüştü’dür. Fakat o, şiir, mektup ve hikâyelerinde Rüştü Onur ismini kullandı.
Mehmet Emin Bey’le, Hatice Fikriye Hanım’ın üç çocuğundan en büyüğüdür Rüştü. Diğerleri ise; Hüseyin Vasfi ve Cemal Safvet’tir. Köy öğretmeni olan babası Mehmet Emin Bey, Devrek’in Hüseyinçavuşoğlu ve Dedeoğlu köylerinde görev yaptı.
Rüştü Onur’un dedesi Abdullah Efendi, Devrek Müftülüğü görevini yürütürken Milli Mücadele'nin başlamasıyla da bu hareketi aktif olarak desteklemiş, Zonguldak ve Devrek yöresinde bu amaçla önemli hizmetler vermiştir. İlk Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nde, -Zonguldak Bolu’ya bağlı bir sancak olduğu için- Bolu Mebusu olarak yer aldı.
Rüştü Onur, ilkokulu 1933 yılında Devrek I. Mektep’te (şimdinin İstiklal ilkokulu) iyi derece ile bitirdi. Ortaöğrenimini de Zonguldak Ortaokulu’nda tamamladı. Zonguldak’ta o yıllar lise olmadığı için -Mehmet Çelikel Lisesi’nin yapımına 1938’de başlanmış ve aynı yıl içinde tamamlanarak hizmete açıldı- babası ile dayısı Abdullah Saraç’ın yönlendirmesiyle 1937-1938 eğitim-öğretim yılında Kastamonu Lisesi’ne yatılı olarak kayıt yaptırdı. Buradaki edebiyat öğretmeni, Tasavvuf edebiyatı üzerindeki çalışmalarıyla tanınacak olan Abdülbaki Gölpınarlı’dır. Lise 1’nci sınıfı bu okulda tamamlayan Rüştü Onur, bu eğitim-öğretim sonunda, “Bakanlık emriyle” Zonguldak’a gönderildi. Rahatsızlığı nedeniyle 1938-1939 eğitim-öğretim döneminde okula ara vermek zorunda kaldı. 1939-1940 öğretim yılında ise Mehmet Çelikel Lisesi’nde lise 2.ci sınıfa devam etti. Bu öğretim yılı sonunda da, rahatsızlığının artmasıyla okulu bıraktı.
Bu okula Kars Lisesi’nden atanan Behçet Necatigil’le yakın arkadaşlık ve dostluk kurdu. Necatigil, Mehmet Çelikel Lisesi’nde 9 Ekim 1940-1 Mart 1943 yılları arasında görev yaptı.
Rüştü Onur, okulu bıraktığı yıl “Maliye Varidat Memuru Muavini" olarak Ereğli Kömür İşletmeleri (EKİ)'nde çalışmaya başladı.
Anafarta Vapuru’nda tanıştılar
1941 yılı Aralık ayı ile 1942 yılının Ocak, Şubat aylarını Heybeliada Sanatoryumu’nda geçiren Rüştü Onur, 1942 yılı Mart ayı başında buradan hastalığı yenmiş bir şekilde çıkar. Zonguldak’a dönmek üzere bindiği, Anafarta Vapuru’nda, anne tarafından Giresunlu, baba tarafından Bitlis Şerefhanoğulları sülalesinden olan Mediha Sessiz’le tanıştı ve aşık oldu.
Mediha Sessiz, Kandili Kız Lisesi’ni bitirdiği yıl Sümerbank’ın Dokuma Atölyesi’nde işe başlamıştı. Burada çalışırken, Karabük Demirçelik Fabrikası’nın açtığı memuriyet sınavına girmiş, kazanınca da, göreve başlamak üzere, anne ve kardeşleriyle birlikte Karabük’e gitmek için bu vapurdaydı.
Kayınpederinin evine yerleşti
Rüştü Onur’un Mediha Sessiz’le tanışması hayatına yeni bir anlam katar. Aralarında mektuplaşmayla başlayan ilişki ciddi boyut kazanır. Karabük’te çalışmaya başlayan Mediha, burada ne olduğu anlaşılamayan bir hastalığa tutuldu. Karın ağrıları, mide bulantıları… Doktorlar teşhis koyamadı. Sonunda annesi Mediha’yı alıp İstanbul’a götürür. Rüştü’nün referansıyla Heybeliada Sanatoryumu’ndaki tedaviden de bir sonuç alınamaz. Mahalle doktoru Ahmet beyin tedavisi sonucunda Mediha’nın hastalığına karın zarı iltihabı (apandisit patlaması) teşhisi koyduğunda iş işten geçmiştir. Rüştü, onu sık sık ziyaret etmeye başlar. Bu durumu Mediha’nın annesi eşine açıklamak zorunda kalır. Baba da, Rüştü’ye “Nikahınız olsun, sen de bu evin çocuğu ol.”der. Böylece
Rüştü Onur, kayınpederi Mehmet Ali, kayınvalidesi Ayşe Zehra Sessiz’in Beşiktaş, Şenlikdede Mahallesi Şair Leyla Sokağı No:34’deki evine yerleşir.
Kayınpederinin manav dükkanında çalışmaya başlar.
Mediha’yla 18 gün
Rüştü Onur ile Mediha 7 Ağustos 1942 tarihinde dayısı Abdullah Saraç’ın
Zonguldak Terakki Mahallesi Suatbey Sokak No:12’de bulunan evinde nişanlandı. 15 Ekim 1942 tarihinde Beşiktaş Evlendirme Dairesi’nde nikâhları kıyıldı ve Mediha’ların Beşiktaş’taki evlerine yerleşti. Evliliklerinin 18.günü olan 2 Kasım 1942 tarihinde Mediha karın zarı iltihabından yaşamını yitirdi. (Bunu Rüştü Onur’un dayısına yazdığı tarihsiz mektuptan öğreniyoruz.)
Onun ölümüne çok içerleyen Rüştü de ondan tam bir ay sonra 2 Aralık 1942 tarihinde ciğerlerinden gelen kanla boğularak yaşama veda etti.
İki sevdalı, İstanbul Ortaköy Mezarlığı’nda “Boğaz’ın lacivert sularına bakan” bir sırtta yan yana yatmaktadır.
Onur ve Garip Akımı
Rüştü Onur, kısacık ömrüne az sayıdaki ama kendine özgü tekniği ve üslubu olan şiirleri sığdırmış, “Garip Akımı”nın önemli temsilcilerinden biri olarak edebiyat tarihimizde yerini aldı. İlk hamurunu Zonguldak’ta edebiyat öğretmenliği yapan, dostu Behçet Necatigil’in yoğurduğu Onur, yakın arkadaşları Muzaffer Tayyip Uslu ve Kemal Uluser’le Zonguldak ve edebiyat dünyasının simgesi haline geldi.
Salah Birsel, Oktay Rifat, Necati Cumalı, Melih Cevdet Anday, Samim Kocagöz, Behçet Necatigil, Müfide Güzin Anadol ve İbrahim Behçet Kalaycı ile önemli dostluklar kuran Rüştü Onur “Garip Akımı”nın en önemli temsilcilerinden olmuş, genç yaşında büyük bir tutkuyla bağlandığı şiirleri edebiyat çevrelerince büyük ilgi görmüştür. Şiirlerinin yanı sıra deneme ve hikâyeleri İnsanlık, Varlık, Ses, Bağ, Servet-i Fünun, Ocak, Kara Elmas, Gündüz, Değirmen ve Yeni Zonguldak dergilerinde yayınlanmıştır.
Onur’un şiirlerinde yaşam ile ölüm hep bir bütün teşkil eder. Onu, Zonguldak’ın saçak altındaki maden işçileri, çocukları, kenar mahalle insanları, kuşları ve denizi yakından ilgilendirip hüzünlendirmiştir. Bu tutum da onun edebiyatımızda haklı yerini almasını sağlamıştır.
Vasiyeti ‘Şehir’
Onur, 12 Eylül 1940’ta Necati Cumalı’ya yazdığı mektubunda, “Ey benim mektuplariyle huzur bulduğum ve avunduğum kardeşim. Şehir’de buluşacağız. Her ne pahasına olursa olsun Şehir çıkacak... Şehir okuyucu kitlesinin karşısına yeni bir atmosferle çıkacak” diyordu.
Ömrü yetmediği için bu dergiyi çıkaramadı. Onun bu isteğini kendilerine bir vasiyet kabul eden şair ve yazarlar; İbrahim Tığ, Fahrettin Koyuncu ve Orhan Tüleylioğlu “Şehir”i çıkarmaya başladı. (Aralık 2004)
Zonguldak’ın tek edebiyat dergisi olan Şehir bugün 86. sayısına ulaştı. Şiirin merkezde olduğu bir şiir dergisi anlayışıyla, bir derya olan Türk şiirine katkıda bulunmaya çalışıyor.
Rüştü Onur’u doğumunun 96. yıldönümünde saygıyla anıyor yazımı Behçet Necatigil şu dizeleriyle noktalıyorum:
“Bir şair yaşamıştı Zonguldak’ta
Adı Rüştü Onur’du
Bilseydi hatırlanacağını
Ölümünden sonra
Memnun olurdu.”
(*) Rüştü Onur
Rüştü’nün bilinmeyen /Yanlış bilinen şiirleri:
BİR PANSİYONER ARKADAŞIN ÖLÜMÜ
-1-
Odası odama bitişik
Islık çalardı geceleri
Arada bir
Mektup alırdı memleketten.
Son mektubu
İadeli teahütlü
Okumak nasip değilmiş meğer.
Bir de paketi geldi
Bayram çöreği göndermiş annesi.
-2-
Şu duvarın arkası da, ölmüş.
Duyan var mı?
Kim verdi suyunu.
Hayır ölmemiş
Halsiz yatıyor biçare.
Bakın gözleri gülüyor.
-3-
Onu götürdüler omuzlarında,
Yalnız potinleri,
Ve elbiseleri kaldı odasında.
Çıplak gidiyor… Üşüyecek.
Ceketimi versem giyer mi dersin.
-4-
Günaydın diyorum,
Odasından geçerken.
Odası boş
Penceresi açık.
Gelecek herhalde dostum,
Açık kalsın kapısı…
-5-
Beyhude çevirmeyiniz,
Radyolarınızın düğmelerini
Ne ajans söyleyecek
Ne gazeteler yazacak,
Şarkısı bittiğini dostumun.
Yağmur gine yağacak
Rüzgar gine esecek
Gine bulutlar sarkacak
Dallarımızdan.
Tuhaf olacak söylemesi
Esvaplarını kimler giyecek
Ve acep kimler soracak Allah’a,
Bütün bulutların
Ne işe yaradığını,
Şarkımız bitince bu şehirde.
RAHATLIK
Beni rahat bıraksa,
Toprağın içinde kertenkele
Kabuğun altında kurt.
Ve uyusam,
Mavi bir deniz ortasında başım.
Ve biz hatırlatmadan da bilse
Ağaç ağaç olduğunu
Bulut bulut
Çiçek vakitsiz de açsa,
Kuş yem vermeden de uçsa
Başımızın üstünde.
Ve Allah bugün
Göklerden ….?
Dünyamıza inse
Sokaklarımızda dolaşan bir sevgili
Bir anne bir kardeş gibi
Ve kimi yoklama yapılsa
Kimlerin mevcut
Kimlerin namevcut olduğu anlaşılır.
MEMNUNİYET
Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa.
Ben kendi halimde yaşarım,
Şapkamın altında.
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden.
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam,
Öyle ölüler gibi
Bu güzel dünya ortasında
Ve dallarımın uzunluğunca
Cümle ağaçlar benden memnun.
Şu zenci kadın,
Her şeye rağmen beni arzu eder
Beni düşünür.
Şu çiçek kız,
Benim için bir akşamüstü
Çiçeklerinden olmuştur.
Ve dallarımın uzunluğunca
Cümle ağaçlar benden memnun.
ZONGULDAK
-I-
Eğer istersem,
Kitaplarım senin olabilirler;
Hatta şiir defterim bile..
Zaten sen olmadığın vakit,
Benim kadar onlar da yalnızdır.
Bu çok sevdiğim;
Karadeniz kasabasında.
-II-
Eğer istersen,
Söylememi balıkçı şarkısını,
Limana gel bir sabah.
Ben seren direklerinde,
En büyük konserimi vereceğim
Sahil çocuklarına..
-III-
Eğer istersen,
Bir gece geç vakit
Yıldız tutmak için
Ağımızı atalım sulara
-IV-
Nedense balık yerine,
Yıldız yüzer
Bizim sahilde geceleri..
Ve mavnalar kör kütük sarhoştur.
-V-
Ve nedense bu deniz şiiri,
Yıldız, balık pulu, yosun
Satılmadığı için bu Karadeniz’de
Yarım kalmıştır..
İSİMSİZ
Sen yoksun ki, yalnız sana açayım içimi
Sarhoş kalbimin sırrını sana söyliyeyim
Sensiz ayışığını ve ilahi geceyi neyleyeyim
Sen yoksun ki yalnız sana açayım içimi
Sen yoksun diye her yanı aradım durdum
Sen yoksun diye türlü hayaller kurdum