Advert
Advert
Advert
  KİŞİ VE TOPLUM…

KİŞİ VE TOPLUM…

Bu içerik 1518 kez okundu.

  Yasak meyve öyküsü insanlığın belleğinde olduğu gibi hepimizin belleğindeki en eski anıdır. Eğer bu anı hatırlamayı yeğlediğimiz diğer anılarla silinmemiş olsaydı bu durumun farkına varırdık. Kendi başımıza bırakılsaydık çocukluğumuz nasıl olurdu kim bilir! Zevkten zevke koşardık. Ama işte, göremediğimiz ve dokunamadığımız bir engel bütün bu zevklerin önüne geçiyor: Bir yasaklama. Neden bu yasaklamaya boyun eğiyoruz? Böyle bir soru sormayız bile; ebeveynlerimizi ve öğretmenlerimizi dinleme alışkanlığı edinmişiz. Bununla birlikte, onları dinlememizin onların ebeveynimiz ve öğretmenlerimiz olmasından kaynaklandığını da hissediyoruz elbette.

  O halde, bizim gözümüzde onların otoritesi, kendilerinden çok onların bize karşı olan konumlarından ileri gelmektedir. Belli bir yer işgal ediyorlar: İşte buyruk da buradan geliyor ve eğer başka bir yerden gelmiş olsaydı bu kadar etkili olmazdı. Başka bir deyişle, ebeveynler ve öğretmenler sanki başkasının adına, vekâleten hareket ediyor gibidirler. Bu durumun tam olarak farkında olamayız ama ebeveynlerimizin ve öğretmenlerimizin gerisinde, onların aracılığıyla üstümüze abanan korkunç veya daha çok belirsiz bir şeyin varlığını keşfederiz. Daha sonra bu şeyin toplum olduğunu söyleriz. Bu şey üzerinde düşünürken, onu, görünmez bağlarla birbirine bağlanan hücrelerinin çok ustalıklı bir hiyerarşik düzen içinde birbirine tâbi oldukları ve doğal olarak bütünün büyük iyiliği için parçanın feda edilmesini gerektirecek bir disipline boyun eğdikleri bir organizmaya benzetiriz.

Diğer taraftan bu saptama bir karşılaştırmadan öteye gitmez, çünkü zorunlu yasalara tâbi olan bir organizma ile özgür istençlerden oluşan bir toplum birbirlerinden farklı şeylerdir. Ama bu istençler örgütlendiği andan itibaren bir organizmayı taklit ederler ve az veya çok yapay olan bu organizmada alışkanlık, doğanın eserlerinde zorunluluğun oynadığı rolün aynısını oynar.

Böylelikle ilk bakışta toplumsal yaşam, toplumsal gereksinimlere yanıt veren, az çok güçlü bir biçimde kökleşmiş bir alışkanlıklar sistemi olarak görünür bizlere. Bu alışkanlıklardan bazıları emir verme alışkanlıkları olsa da çoğu, ister toplumun verdiği bir yetkiyi kullanarak emir veren bir kişiye boyun eğelim, ister belli belirsiz algılanan veya hissedilen toplumdan kaynaklanan anonim bir buyruk olsun boyun eğme alışkanlıklarıdır. Bu boyun eğme alışkanlıklarından her biri istencimiz üzerine baskı yapar. Bu baskıdan kurtulabiliriz ama hareketlendirilen bir sarkaç gibi bu baskıya doğru itiliriz ve ona geri döneriz.

Alışkanlıkların karşılıklı olarak desteklendiklerine de dikkat etmeliyiz. Bu alışkanlıkların özü ve kökeni üzerinde fikir yürütmesek bile, yakın çevremiz veya bu çevrenin çevresi ve toplum adını alan son sınıra kadar bu şekilde genişleyen çevre tarafından bizden istendikleri için bu alışkanlıkların arasında bir bağlantı olduğunu hissederiz. Bu alışkanlıkların her biri doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal bir gereksinimi karşılar: Ve böylece alışkanlıkların hepsi birleşir ve bir blok oluştururlar. Eğer bunlar ayrı ayrı sunulsalardı, çoğu küçük ödevler olarak kalırlardı. Ama bunlar genel olarak ödevin tamamlayıcı bir parçasını oluşturmaktalar ve varlığını parçalarının katkısına borçlu olan bu bütün, karşılık olarak, her bir parçaya bütünün genel yetkisini verir. İnsan toplumu bir özgür varlıklar bütünüdür. Toplumun dayattığı ve onun varlığını sürdürmesini sağlayan ödevler, ona, yaşamsal olguların katı düzeniyle sadece benzerliği olan bir düzenlilik getirir.

Bununla birlikte her şey bizleri bu düzenliliğin doğanın düzenliliğine benzediğine inanmaya götürüyor. Ben yalnızca insanların hep birlikte bazı eylemleri övmelerinden ve diğerlerini kınamalarından söz etmiyorum. Değer yargılarında bulunan ahlâk kurallarına uyulmadığı yerde bile uyuluyormuş gibi kendimizi ayarladığımızı söylemek istiyorum. Sokakta yürüdüğümüz zaman hastalığı göremediğimiz gibi, insanlığın görünen yüzünün arkasında olabilecek ahlâksızlığı da hesaba katmayız. Eğer sadece başkasını gözlemlemekle yetinseydik, insandan kaçar hale gelmemiz kolay olmazdı. Kendi zayıflıklarımızın farkına vararak insandan şikâyet etme veya insanı küçümseme noktasına varırız. Arkamızı döndüğümüz insanlık aslında kendi derinliğimizde bulduğumuz insanlıktır. Kötülük o kadar iyi gizlenir ve giz herkesçe o kadar güçlü bir şekilde korunur ki her birimiz herkesin oyununa geliriz: Diğer insanları çok sert bir şekilde yargılıyormuş gibi yapsak bile, içimizden onların bizden daha iyi insanlar olduklarını düşünürüz. Toplumsal yaşamın büyük bir kısmı bu hayırlı yanılsamaya dayanır.

 Devamı haftaya

 

 

 

 

 

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
 BAŞKAN ULUPINAR İLK MECLİS TOPLANTISINI YAPTI
BAŞKAN ULUPINAR İLK MECLİS TOPLANTISINI YAPTI
DEVREKLİ ÖĞRENCİ İL BİRİNCİSİ OLDU
DEVREKLİ ÖĞRENCİ İL BİRİNCİSİ OLDU