Yahya Kemal’in ‘Sessiz Gemi’ adlı şiirini ölen birinin ardından yazıldığını sanır çoğu insan. Oysa, Yahya Kemal bu şiiri çok sevdiği -Nazım Hikmet’in annesi- Ayşe Celile Hanım’ın Paris’e gitmesinin ardından yazmıştır.
Ayşe Celile Hanım, Osmanlı Valilerinden Nazım Paşa'nın oğlu Hikmet Bey’le evlenmiş, bu beraberlikten, dünya çapındaki şairimiz Nazım Hikmet dünyaya gelmiş, Celile Hanım 1916'da Hikmet Bey'den boşanmıştı.
Yahya Kemal, Heybeliada'da bahriyede okuyan Nazım Hikmet'in şiir hocasıyken tanımış Celile Hanım'ı. Hafta sonları Nazım'ın evine giderek özel derslere de başladıklarında da aşk bacayı sarmış. Bir süre sonra bu aşk Nazım'ın kulağına gitmiş ve Nazım bir not yazıp Yahya Kemal'in pardesüsünün cebine bırakarak tepkisini göstermiş:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz...”
Celile Hanım yıllarca Yahya Kemal'den evlilik teklifi beklemiş, Yahya Kemal ise hiç cesaret edememiş evliliğe. Hep kaçmış...
*
İşte o “Sessiz Gemi” şiiri, Yahya Kemal'in hayatındaki en büyük aşkı olan Celile Hanıma yazdığı bir şiirdir. Bir ayrılışı ve Yahya Kemal'in yaşadığı çaresizliği anlatır:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan / Hiç yolcusu yokmuş gibi alır yol / Sallanmaz o kalkıştan ne mendil ne de bir kol / Birçok giden memnun ki yerinden / Çok seneler geçti dönen yok seferinden”
*
Bir yolcunun, hele hele sonsuzluğa uğurlanan bir yolcunun arkasından kol sallanmaz, el sallanır. El sallamak ‘uğurlar olsun’ anlamındadır, olumlu bir eylemdir. Kol sallamak ise neredeyse bir hakaret içerir, argo ‘nah’ sözcüğüyle ifade edilir. Uyak yarım değil de tam olsun diye büyük şairlerin böyle bir şey yapma hakları var mıdır, tartışılır!...
YEŞİL KÖŞKÜN LAMBASI
Fatih Sultan Mehmet’in (1432-1481) koyduğu ve Fatih Kanunnamesi’ne göre, Türkler ve azınlıklar ayrı renklere boyanmış evlerde oturmak zorundaydı. Bu kanuna göre; Türkler kırmızı ya da koyu sarıya boyanmış evlerde oturacaklar; saraydan olanların evleri kahverengi, Ermeniler’in gri, Yahudiler’in sarı, Rumlar’ın da koyu yeşil olacaktı.
“Yanıyor mu yeşil köşkün lambası
Hiç bitmiyor şu gönlümün kavgası
Benim yarim kırmızı gül goncası”
Türkünün ilk dizesindeki yeşil köşk vurgulaması bir genç kızın, yeşil köşkte oturan Rum gencine aşık olduğunu gösteriyor.
SİZİ / SENİ GİDİ
Osmanlı döneminde, kadın ve kızları kötü yola itip, fuhuş yaptırarak onların sırtından para kazanan erkeklere teres denirdi.
Mahallenin erkeklerine, mahallenin kızlarını ayarlayan yani çöpçatanlık yapan erkek ve kadınlara da gidi denirdi. Hatta, ‘Gidilik etmek’ diye de bir deyim vardır. Bugün bu kişilere pezevenk deniliyor.
Gidi diyince aklıma Özay Gönlüm’ün şu türküsünü anımsadım:
“Hıkkıdık tuttu beni
Tuttu da kuruttu beni
Seni gidi gavurun gızı
Gitti de unuttu beni”
Bu örnekler çoğaltılabilir: “seni gidi topal”, “seni gidi fındık kıran”, “seni gidi vurdumduymaz”
Siz, siz olun şaka yollu da olsa karşınızdakine; Sizi/seni gidi…demeyin!...
CİVELEK, CİVELEK!
Osmanlı’da, tüysüz genç Yeniçeri neferlerine Civelek denirdi. Bunlar yüzlerine peçe takmadan sokağa çıkamazlardı. Hatta bu gençlere laf atan ve sarkıntılık yapan erkekler, kanunen bir kadına sarkıntılık yapmış sayılır ve ağır cezalara çarptırılırdı. Civeleklerin kız gibi giydirilip, oynatıldığı da olurdu.
Büyük bestekar Sadettin Kaynak’ın kulakları çınlasın:
“Bu gece mutlu gece
Vur patlasın eğlence
Dirlik düzenlik olsun civelek
Sevişen iki gence civelek” diyordu bir şarkısında.
Peki, ne anlatıyor Sadettin Kaynak bu şiirinde?
-Bir düğün ya da eğlencede, kız kılığına sokulmuş iki erkeğin oynatılmasını. ‘Sevişen iki gence civelek’ dizesinde, gençlerden birinin bayan olmasını umalım!