*
*
*
2019’UN 19 ŞİİRİ VE SEVDİĞİM ŞİİRLER
İbrahim Tığ
Cemal Süreya, şiir ile yaşamı “Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir.” diyerek ilişkilendirir. Şiirinin genel bir tanımı olmadığı gibi, her şiir tanımının bir bakış açısıyla orantılı olduğu da ortadadır. Friedrich Hegel şiiri, “Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı” olarak görür. Mallarme de şiiri, ”sözcüklerin dini” olarak tanımlar.
Kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin şiirin özü, aşktır, sevgidir, hüzündür, yaşanmışlıktır yaşanmak istenilenlere özlemdir. İşte bu olguları taşıyan şiirleri ortaya koyan sultandır şair. Ne diyordu Nef’i:
“varsın günün sultanları değer vermesin,
onlar göçüp gidince sultandır sözüm.”
*
Yine Cemal Süreya’nın deyimiyle, anayasaya aykırı, doğanın ahlakı kovduğu yerde ve yasadışı olsa da şiir, yaşamımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yüzden sanatların en zoru olan şiir, herkes tarafından kolaymış gibi(!) yazıla gelmektedir. Günümüzde şiir kitapları en fazla 1000 adet basılıyor, dağıtımı yapılmıyor ve herkes kendi kendine dağıtımını yapıyor bastırdığı şiir kitaplarının. Yayınevleri ise şiir kitaplarının basımının yanına bile uğramıyor. Şiir kitapları okunmuyor gerekçesiyle yapılan bu durum ne acı!. Gerçek şiir okuru artmalı, artırılmalıdır. Her ne kadar dergilerin sayfalarının en fazlasını şiirler kaplasa da, gerçek şiirin tadını, lezzetini bulmak, biçim ve anlam bütünlüğünü yakalamak zorlaşıyor.
Aziz Nesin ne güzel söylemiş: “Bizde her üç kişiden dördü şairdir”. Haksız mı?, dergilerde, internet sitelerinde 5-6 bin arasında şair adları dolaşırken şiir kitaplarının okunmayışı da neyin, nesi?. Aymazlık ve duyarsızlığın ta kendisi değilse, nedir?
Bilinmelidir ki Lamartine göre, “Şiir, büyük zekaların rüyaları” olsa da, Fuzulîye göre de, “İlimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir.”
2019 yılında; Yedi İklim, Varlık, Sincan İstasyonu, TMOLOS, Kurşun Kalem, Çini Kitap, Sarmal Çevrim, Bireylikler, Güney Rüzgarı, Eliz, Patika, İnsancıl, Yeni E, Karabatak, Sözcükler, Lacivert, Şehir, Mavi Yeşil, Keşke, Gökyüzü, Berfin Bahar, Kitap-lık, Caz Kedisi, Akatalpa, Altı Yedi, Yaba, Delikli Çınar, Şiiri Özlüyorum, Edebiyat Ortamı ve Hürriyet Gösteri, Babylon (2 sayı), Vurgu, Şiiri Özlüyorum ve Yelkensiz (1’er sayı)olmak üzere 30’un üzerinde dergi ve kitap takibi yaparak beğendiğim onlarca şiiri not ettim ve 2019’un 19 şiirini ve okunması gereken şiirlerini belirledim.
Bunu yaparken de, şiirlerin, özgün, iç açıcı, sözcük seçimi, duygu ve anlatım tekniğinin yüksek olmasına dikkat ettim. Kimi şiirler içimi ısıttı kimileri hüzünlendirdi kimileri de sevinç taşıdı bana.
İşte 2019’da bende kalan 19 şiir ve beğendiğim, övgüye değer bulduğum diğer şiirler:
1. Bozlak Tarzında Keder/ Hüseyin Alemdar (Babylon, Ağustos 2019)
2. Ağaçlar Aşağı Kalkar / Altay Öktem (Varlık, S:1338)
3. Babam / Ayşegül Civil Coşkuner ( Eliz, 123)
4. Eleni / Dilara Ayşe Akdeniz (Mavi Yeşil, S:118)
5. Taşra’da Bir Mevsim / Mesut Akatay (Şehir, S:124)
6. Yüzüme Kabul Günü / Cihan Adıman (Eliz, S:130)
7.Eksik Çizim / İdris Selici (Yedi İklim, S:353)
8. Gitme Zamanı / Fatma Aras (Eliz, S:127)
9.Hacılar’da Zaman / Ferziye Küçük (Eliz, 130)
10. Keman Davul, Saksafon, Zil Zurna Her Birimiz / Hayri K. Yetik (Kurşun Kalem, S:54)
11. Bisiklet / Oya Uysal (Caz Kedisi, S:18)
12. Günöte 6 /Zeynep Kurada (Çini Kitap, S:55)
13. Sayıklama / İdris Sezgin (Yeni E, S:32)
14.Bana Biraz İzin Verin / Devrim Horlu (Sözcükler, S:81)
15.Hala Yaşar O Kapı / Oğuz Kayıran (Bireylikler, S:86)
16.Gerdanında Boğulan Güvercin / Muhammet Korkmaz (TMOLOS, S:80)
17.Solungaç / Yiğit Ergün (Bireylikler, S:88)
18.Mavi Atlar Korosu / Nevzat Konşer (Akatalpa, S:236)
19.Hasanpaşa Hanı’nda Seyisler / Ali Taş (Varlık, S:1339)
(Sıralamasız-SEVDİKLERİM):
-Son Bahar / Ahmet Zeki Muslu (Edebiyat Nöbeti, S:21)
-Kavaklar / Elif Firuzi (Eliz, S:123)
-Bir Uçurum Dudakları / Hıdır Işık (Varlık, S: 1336)
-Kambur-i Gök / Cenk Kolçak (Edebiyat Nöbeti, S:25)
-Şiir Işığı / Serap Aslı Araklı (Akatalpa, S:229)
-On My Priod / Zeliha Cenkçi (Varlık, S:1338)
-Ölüm De Dilek Tutar/ Serap Aslı Araklı (Şehir, S:131)
-Hades’in Kayıkçısı/ Dilek Kurt (Akatalpa, S:239)
-Kemik Ve Kuşku / Oğulcan Kütük (Eliz, S:121)
-Kambur Dil / Mahmut Aksoy (Sincan İstasyonu, S:101)
-Çatlak Gökyüzü Halleri / Felek Yılmaz, (Lacivert, S:88)
-İmkan / Serkan Türk (Edebiyat Nöbeti, S:20)
-Çöl Uykusu / Çağatay Olgun (Lacivert, S:87)
-Sunak / Efe Duyan (Sözcükler, S:81)
-Yuva / Devrim Horlu (Sincan İstasyonu, S: 101)
-Gökyüzü Hep Kederlidir / Muazzez Uslu Avcı (Gökyüzü, S:19)
-Uzaktan Uzağa / Neval Savak (Varlık, S:1338)
-Tarihte Senden Bir İz var / Muhammet Korkmaz (Berfin Bahar, S:257)
-Füg Tarzında Kader / Hüseyin Alemdar (Mavi Yeşil, S:120)
-Bu Bir Mektup Değildir / Gökhan Arslan (Eliz, 129)
-Karanfil Çıkmazı / Yunus Sarıgül (Şehir, S:127)
-Tuval / Yusuf Araf (Eliz, 129)
-İncir Çiçeğine Esrime / Bayram Türk (Varlık, S:1345)
-Sesimin Gecesinde Bir Ay / Okan Alay (Şiiri Özlüyorum, S:92)
-Akış, Sese ve Renge / Ferda Balkaya Çetin (Babylon, Kasım 2019)
-Çay ve Bergamut / Nurgül Ulu (Varlık, S:1336)
-Sempati / Bahtiyar Kaymak (Yeni E, S:36)
-Sesleniş / Aydanur Saraç (Akatalpa, S:230)
-Baba Meselesi / Ergün Taylan (Varlık, S:1339)
-Kuraklığa Doğru / Recep Yılmaz (Sarmal Çevrim, S:8)
-Bir Park İçin İsim Önerileri / Eren Şahin (Sincan İstasyonu, S:104)
-Kim Olduğumuzu Kendinizden Bilirsiniz / Bayram Balcı (Bireylikler, S:89)
-Matruşka / Elif Gümüşler (Mavi Yeşil, S:119)
-Ağaçlar Aşağı Kalkar / Altay Öktem (Varlık, S:1338)
-Son Saatleri / Yiğit kerim Arslan (Eliz, S:127)
-Yanlış Anlama / Türker Özşekerli (Akatalpa, S:229)
-Aynalar Senden Başka / Orhan Kınacı (Varlık, S:1343)
-Sone / Turgut Can Özdemir (Akatalpa, S:232)
- Vaktidir / Altay Öktem (Sincan İstasyonu, S:101)
-Renkli Çoraplar / Umut Çiftlik (Lacivert, S:86)
-Sevgili Ülkem / İdris Selici (Şehir, S:126)
-Reddesel / Emre Gürkan Kanmaz (Vurgu, S:3)
-Kurtlar Sofrası / Aykağan Yüce (Yedi İklim, S:355)
-Veda / Metin Fındıkçı (Sözcükler, S:79)
-Kuğuliçe / Şaban Çetin (Akatalpa, S:235)
-Parmaklarımız-Hariç / Cebrail Güven (Facebook, kendi sayfası)
-Vatan Borcu / Sedat Şanver (Akatalpa, S:235)
-Gül Eskisi / Yunus Emre Suci (Varlık, S:1346)
-Unutturulduğumuz Yaşam / S. Emre Özcan (Keşke, S:35)
-Lütfen İyi Bakın Kendinize / Kaan Eminoğlu (Sarmal Çevrim, S:8)
-İşte O Zaman / Serkan Bozdağ ( Mavi Yeşil, S:118)
-Mavi / İlhami Sidar (Yeni E, S:27)
-Karanfil Çocuk / Alper Yıldırım (Sarmal Çevrim, S:10)
-Vakit Yok / Salih Gözek (TMOLOS, S:77)
-Hallaç İçin Kakafoni / Hüseyin Serhat Arıkan (Babylon, Kasım 2019)
**
BOZLAK TARZINDA KEDER
dertli diye ayırdılar eşimden
almayın yârimi diye mi bildim
ağladı gözlerim sile mi bildim!
Muharrem Ertaş
günün ilk saatlerinde gülerek ölmek benimkisi
kalbî ağlamalarıma sinema hissi ağlamalarıma şiir dedim
hayatın topacını istem dışı kusurlu çevirdiğime bakmayın
güzel suç, şık hata küçük ölümlere rağmen iyileşemedim
güne şiirle başlamam ömrüme yılan ıslığı bir yerde
önce şair sonra insanım lirik ve nevrotik varoluşumda
Allah’a ve dağlara bağırdım da kendime bağıramadım
ne fayda! varsın iki yüzlü hayat hasmım gibi baksın--
( aradım derdimin çaresi yoktur, taştan taşa çal beni güzel!
( bozlaklar hoyratlar söyledim de bir türlü öl(e)medim
( hep unutulan unutulur, varsın unutsun beni tüm sevdiklerim
( gittim ve gördüm işte: çiçekdağı’nda bile yok çiçeğin sabrı
ölmeden önce son bir kez yürütün ve iyi giydirin beni
hırpani hâlimi Neşet ve Zülâl dâhil hiç kimse bilmesin
beni ve ben’leri yara hiç kimse benden önce ölmesin
nasılsa yalan söylerken ve ölüme giderken herkes iyi giyinir
Hüseyin Alemdar
Yeniçağa, 27 Mayıs 2019
*
AĞAÇLAR AŞAĞI KALKAR
sen gelmesen içimde
bir yangın usulca sönecekti
deliye dönecekti kınası gecikmiş bir kız
biz dallara tutunacaktık, dallar sulara
tüm sanatlar sahtedir, tüm hayatlar yarı gerçek
bunu her gece hatırlat bana
Ölürsem kanım yerde kalmaz
yerçekimsiz bu dünya
Hepimiz suçluyuz günün şiddetini
tercih ettik diye gecenin sessizliğine
hepimiz yorgunuz,bir dalı kesersek eğer
dal değil ağaç ağlar; kimse söylemedi bize
sevgilim, boğulmaktan kurtulamazsın
nehre girerken paçanı sıvadın diye
sen gelmeden hemen önce
uzun sırlarımı saklamıştım içime
bilirsin, kuşlar da aşlar gibi ansızın yaralanır
bilirsin, en derin devletlerin bile sürekliliği vardır
sonunda,
hepimiz konacağız yere uzanan bir dala
hepimiz tepeden öleceğiz nasılsa.
Altay Öktem
*
BABAM
Bıyıkları kırlaşmadan öldü babam
Yetim kaldı umutları bavulunda
Korkulu gözlerle geçerken dünyadan
Sararmış otlara esen yel gibi baktı…
Hiç uyudu mu ölümüne çeyrek kalanın gecesinde
Kül rengi hastane odasında
Sararırken bir bir ışıklar
Ölgünleşen eşyalar
Artık göremeyeceği rüyalara esir.
Yangın külü gibi savrulmuştu sabah
Yorgun kızarmış gözleri
Tüyleri dökülen beyaz bir güvercin gibi
Kurumuş gözlerinden yaş aktı bir an
Soğuyan bir uğultuydu artık zaman
Daralan tavan
yitip gitmişti çoktan
“iki kapılı handan” geçerken babam.
Ayşegül Civil Coşkuner
*
ELENİ
Ah Eleni, dün nehir boyu baktım ardından
Tanrılar peşin sıra dizilmiş, ellerinde doludizgin saçların
Senin eteklerinde geyikler, senin eteklerinde atlar
Ve incecik bileklerinden kavramış yosunlar.
Eleni, şenlik mevsimi çoktan geçti
Atların yeleleri eskidi, kitaplar eskisinden kederli
Ama sen, yani yüzyıllardır ayağı tarihe basılı kadın
Nasıl oldur da hiçbir süvari tutup ısıtmaz ellerini?
Eleni, doğmamış çocuklarını nehre salan kadın
Şimdi Nil kıyısında, ceviz bir beşikte yazılı adın
Kasıklarına ateşler basmış, ceylanlar emzirmişsin ak göğsünde
Güneş ve neşe yasak senin ülkende.
Ah Eleni, dün gece baktım ardından
Sen hep böyle beyaz kalacaksın
Sıyrılıp eteğinden
Ve seni kuşatan geceden.
Dilara Ayşe Akdeniz
*
TAŞRADA BİR MEVSİM
-Şerif Malgir için-
ölüş, eşiklerde davullarla örter geceyi taşranın esrik uğultusu
süslenip yasa gider kadınlar lekeler hüznün duvarlarını anılar
ağzında bir parça bekleyişle / unutuşla gelir kuşlar
tiranlaralaylı marşlarla büyürtekfir eder kendini şanlı yüzü kinin
başlarsancı üzerine beş ders beş gün beş asır büyür yalnızlık
mezarlaryükselir evlerin bahçelerinde uzar ağıtları rediflerin
ve ağızlarda destana dönüşür tekerrür belki tarih belki hiç
birinci temrin:
unutuş/a gidiyorlar
ikinci temrin:
bekleyiş/e gidiyorlar
ekşimiş yoğurt kokusu çocuklar gecikmiş yağmurlar için
tütün kokan parmakları öfkeyle aralar sisleri çobanların
geçmişe değer elleri sıkıntının yaralar kanar kırılır pası sözcüklerin
taşra garlarında sürgünler başlar uzakların şarkısı bukağılanır
mektuplar küflenir nehirler taşar kalır unutuşun/bekleyişin boşluğu
bir şair doğar bir şair ölür başlıksız şiirler yazılır dergilerde
elma yüklü pazarların işporta tezgahlarında eskil yüzler satılır
söner ışıkları hınçla hurda vagonların bağların dili çözülür
ve ağızlarda destana dönüşür tekerrür belki tarih belki hiç
birinci temrin:
unutuş/a gidiyorlar
ikinci temrin:
bekleyiş/e gidiyorlar
-kırılır kabuğu bekleyişte unutuşun taşrada bir mevsim-
Mesut Akatay
*
“YÜZÜME KABUL GÜNÜ”
Bana ölmeden önce bir yurt verir tanrı
ardından dualar dikenler ve saz!
Alnımın çatında bir perde/belki utanç
gövdemden kalan şehri toplayan et dilencileri
alnım şehrin ortasında bir saat
ve kolumda çoktandır asılı duran sürgün
Bir piyangodan bahsediyorlar
/ sırtım kirleniyor otobüs arkalarında
birörnek giyimlileri süzüyorum gerilerden
prensesler vuruluyor gözlerinden
sonra koşuyoruz: sonra yapma çiçekler: sonra utanç
bekçilerin ısılıkları yalayıp geçiyor sırtımı
Şehre bir gömlekle giriyorum- terli ve uygar
ya da
kız kuruları takılıyor gömleğin peşine
şehir alınımda bir ecza
şehir alnımda bir ceza
-mektuplar okunuyor şimdi / ellerim süslü bir kalabalık!
Cihan Adıman
*
EKSİK ÇİZİM
Ben bu kapıları kapatırsam bu kapılar kapanır
bu kitap burada değil bu kalem bukalemun
burada uyu burada kalk 33 defa
burada kalk burada uyu 33 defa
uyu kalk 33 defa burada burada
bizim bu canımız uçurum
bizim bu canımız spiritüalizm
burada mono burada monoxyde
burada saçlarımda bir çarpışma
burada hepten dökülme
göğsümde senden kalma işlemeli dövme
bu sayfayı bitir gerisi tamam
bu şiiri oku yeni şiir yaz bize
anlat çocukluğumuzdaki dut ağaçlarını
senin gözlerin sen istediğinde götürür
bu renkten mi gelme bakışların
ben bu kapıları kapatırsam bu kapılar kapanır
kalemin gözü kör rüzgar uçurum
başımıza gelenler başınıza gelenler
bu olanlar bizimle ilgili
-emr-i bi’l-maruf
biz sizin inandıklarınıza inanmıyoruz
bir olan Allah müstesna
burada iman tamam
burada tevhid
burada sıratı müstakim
nehy-i ani’l-münker
tamam-
bu elimdeki benim değil bu üstümdeki değil bu süratli giden araçlar
gökyüzünde çarpışan şeyler değil
bu kitap burada değil bu kalem bukalemun
atm’in kart yutmasının şaşkınlığı var yüzümüzde
sen bana koşmasını öğrenemezsen hayvanlarım getirecek ben sana
sen makedonya’nın niçe güzelisin şühmeşreb
ben bu ışıksız hücrede çizilen portre
yok denemedim sensiz ne yaparımları
bu soğuk duvarlar
soğuk sesler
kargaşalar
kuyruk sokumuna gelen tekme eksik
çizim karalanmış yüzüme
İdris Selici
*
GİTME ZAMANI
Yıldızları toplayıp bu kentten gidiyorsun, öyle olsun
Bak, kirpikleri kar topluyor sofrada
ateş ve su yan yana
içinde, sapandan korkan kaç kırlangıç sürüsü
tekliğin ürperten bir çöl
ömrüne sem karışmış kör bıçağın ağzında
sorular dolanıyor sorular, bir kıyıdan baktıkça
Ben seni tamamlarken dikenlerle boğuştum
faytonsuz soğuk bir yol
dağlar, taşlar acılı
yokluğuna yazılmış onca mektup
bekleyen bir öfke olmuş postada
sevgili bunun adı hal değil
ıslandı bütün sözcükler bir bulut yağmurunda
silindi aşk sözleri ne kaldıysa geriye
Dokunsan lavlar çaya çıkar
biz, içten içe alevsiz ciddi yangınız
kırık kalem, ıslak kağıt masada bir hıçkırık
gitmeye hazır o an
gömleğini giy, ceketini ilikle, çekici parfümler sür
bir aşk fuların olur
üşütmesin seni gittiğin ülkenin hoyrat rüzgârı.
Fatma Aras
*
HACILAR’DA ZAMAN
Sümerbank’tan güllü dallı
Basma elbisemle ben
Hacılar’da evimin önündeyim
Öyle diyor Mıstık
Yıkılıp dönüşüyormuş
Tok tozlarıyla kentin karanlığına karışıp…
Bir kare fotoğraf yollamış
En çok da babamla maç yapmayı
Hayal ettiği o dar hayattan
Bal boyalı çocuksu bakışına iliştirip…
Bir zamanlar boy atarken
Kardeş kardeş Umuda
Sesler geliyordu yukarılardan
Sövmeli küfürlü hem de
Bahar yeni geliyorum derken
Hava da püfür püfür…
Kokuları karışırken gülüşlere helâların
Annem görmezden gelirdi eve dadanan böcekleri…
Şimdi on beşimde yiten
Terliğimin tekini ararken o avluda
Bilmem ki kaç baba öksürüğü duydum
Çocukları ayak izlerine karışan
Aynalı duvarlarda…
Yağmurlu toprakların kokusuna
Eski hayalleri banıp
Gökkuşağından renkler çalıyorum
Yeniden hissedip
Çiğ taneleri ile can bulan çiçeklerimi
Kurtarıyorum larvalardan…
Ve işte Hacılar’da
Sislerin içinde
Gülüyor bir şeyler acıttığı için canını
Işıldayan yeni zaman…
Ferziye Küçük
*
KEMAN, DAVUL, SAKSAFON, ZİL ZURNA HER BİRİMİZ
kafayı bulmazsak sabahlarız bugün Cuma, yarına kalmasın
kıbrıs şehitleri’den başlayıp alsancak kendine gelsin biraz
1454 sokak’a bir masa saint joseph için kuralım
bir can yücel için safları sıklaştıralım çocuklar
kimimiz afro, kimimiz çingene, kimisi levanten, kimi de yörük
keman, davul, saksafon, zil, zurna miço her birimiz…
mastika makamı özgürlük masada kardelenler
sandalyenin biri boş kalsın bidon osman neredeyse gelir
bir de hiç gelmeyecek o bakışı deniz için…
kürt hacı’yı da çağırın hoyrat bir hafız söylesin bize
içmeyenlere ceza: sokak başlarında tutsunlar devleti…
biz içelim bir bardak tutan bir bardak tutulan bir de cemşid için
aşk içimizde meşk masada dert sokak başlarında tutkulu
kimimiz rakı kimimiz şarap kimini cin çarpmış
kelimeler ortamalı cümleler bizden sarhoş
ne dediğimiz meçhul demediğimiz gayrimenkul kıymetler
pazartesine zam var çocuklar meyhaneci duymadan içelim.
batan güneşle daldığımız geceye hayat katalım açılsın biraz
dünyanın kahrını çekmemiş çeksin bugün biz içelim çocuklar
sonsuz bir şimdi için bu gece de yarın yok gibi içelim çocuklar
bir o vefasız bir de kaçırdığımız hayatın kahrına içelim çocuklar…
Hayri K. Yetik
*
BİSİKLET
Uçuşur etekleri açılır çıkardı yaz yanığı duru güzelliği,
bir kız, liseli, göğsüne bastırdığı kitaplarıyla yürüyüp geçti
geçmez sanılan gençliğini de
geçmedi, kırılan düşlerin içteki serinliği
Herkesi eşit kılan ölüm değil ki, durup kimsenin önünde
iliklemesin de ceketini kabullenilsin, bu karşımdaki
razı gelmediğim kader ve ben küreği kırık sandaldaki
kaçak yolcu, öteki
karaya uzak sularda sürüklenen ruhunda rüzgar,
rüzgarda dalgalanan solmuş kırlar.
Ah unutmak ne mümkün, içinde ukdesi!
Düşüp üstüden yere kanayan dizlerim olsa iyi,
acıyan düşlerimdi. Ve uzaktan uzağa seyrettiğim
bisiklet,
alındı alınmasına da başkası sevindi.
Yağmayan ama içimde serinliğini hissettiğim bir bulut
Perdeliyor kasvetiyle odayı. Kalkıp açıyorum lambayı.
Oya Uysal
*
GÜNÖTE 6
1
Birkaç yerinden başla yazmaya
Bilinen ve hiç bilinmeyen bir tarif veriyorum
Bilinen ve hiç bilinmeyen sırlarla koy bir tarafa
Ellerini kokla sonunda unutma koklamayı
Ben seni böyle bir geceden esirgedim
Seni böyle derin güz kederinden
(Bu senin kaybolduğun kar rüzgarları
Bu çok bakan gözlerin mi senin
Nefesinle hayat arasında bir yerde
Belki sadece bir yanlış anlama
Yanlış bir vedadır
Ben kime el sallıyorsam)
2
Sen bu şehri acıya terk etmeseydin
Bu kadar geç kalmasaydı kuşlar
Uçurtma dallarından süzülüp
Dökülürken bir anının gülüşüne
Sana kızaran aşıklardan söz edecektim
Sana bir yudum sitemden
Bulutlar demlenirken çayçiçeklerinde
Hani daha gitmesen, oyalasam saatleri
Hani bir masal vardı desem
Hani hep biraz yalan
Biraz insan ezberi
Mutlu olmaktan söz eden büyüydü
Ötesi gelip geçen yol desenler
Bu masal kirletiyor şimdiyi dinleyince ellerini
yıkarsın
Zeynep Kurada
*
SAYIKLAMA
Kopan parmaklarıma mağara sırtımdaki yırtık isim
Ne zaman güzergahla ansam seni
Uğramadığın duraklar şüpheli zafer
Askerler ayarlanmış kıtlık gibi suçüstü yürür
Susanın boğumuyla ekip biçer çocuklarını, tereddütle anılarak
Yeniden dirilen
(Bu anti-terapi ve Freud’unçöken rüyası üzerine
Terapist-hasta ölüşmesi, pardon sevişmesi)
Mağara resimlerinde kendini suyla cilalıyor ceylan
Durmadan yurtsuzluğunla ölüşüyorsun, durmadan
Kayık ve kayıkçılar yok henüz; ama açılıyoruz birbirimize
Sen uygarlığa bağışla hünerlerini durmadan
(Bu, sevişmeyi bilmeyen bedenlerin savaşmayı bırakmasına
Afelsefik bir yöntem, sadece bu şiirin kuralıdır)
Geçen yıllarımı kırlarla boyadım, kır dediysem boyunun
Latin Amerika uçurumuna düşmeden yerliler
Kabileler halinde yaşanıyordu o zamanlar aşkı
Sen kabilemdin, saçlarına tapar, gözlerine kendimi mumyalardım
(Bu Marquez’in Hüzünlü Orospusuna Yüzyıllık bir vefa.
Beş kez tam, altı kez yarım seviştim bir yerli ile, bu şiirde bu da kuraldır.)
O zamanlar Arabistan bir deve kalbiydi
Nefesinden su toplar çocuklar coğrafyanın hörgüçleri
O vaha ki sesinin Kuran’a bedevi yolculuğu
Çağlardır kendi kanını gövdesine yediriyor Ortadoğu
Bir öpücüğünle iyileşebilir sarık ve burkanın gecesi
(Bu güneşin görmediği yerlerinle ölüşen elerime seraptır.)
Yine ölümsüzlükten bahsediyor, ölümlü şair
Zihindeki sözcüklerin komplikasyonundan baka nedir ki şiir
Hastalığın içinde yıkanıp duruyoruz, buysa ölümsüzlük
Bunu sadece bu şiir anladı o da bir kadınla kurulanıyor şimdi
(Bu, yok oluşa gölge düşüren güzelliğine övgüdür, güzelim)
İdris Sezgin
*
BANA BİRAZ İZİN VERİN
Bir gül koklayayım izin verin de
Metin Altıok
Birden kalkıp taşlara koştum, elimin tersinde gül izleri, kanlı ve ılık
Karanlık odalarda ezan sesleri, çözülmüş diz bağları
Ovulmuş lambalarda gaz kokusu ve irin
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek
Aç bir karabatak gibi dalıp dalıp çıkıyor bıçaklarınız sütlü etime
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, boğuluyorum
Kurtlu bir ceviz yuvarlanıyor içimde
Birden kalkıp sulara baktım, yüzümün rengi vardı evvelden, güzel ve diri
Biri çeksin üstümdeki dikenleri, dilimde mataller ve kan tahlilleri
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek
Kuduz bir köpeğin hırsıyla dişliyor ipi kopmuş öfkeniz etimi
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, deliriyorum
İçimde zehirli bir yılan ilerliyor
Birden kalkıp toprağı kazdım, ağzımın kenarı çam kolonyası, ekşi ama ferah
Daracık tabutumda dua izleri, bembeyaz bir çıplaklık
Paslı çivilerde tahta tozu ve çapak
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek
İşçi karıncalar demir bir bilye gibi eriyip damarlarıma doluyor
Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, dağılıyorum
Elimin tersi gül izleri ve solucanlar oluyor
Devrim Horlu
*
HALA YAŞAR O KAPI
hatırlıyorum, çamurlara gömülerek çivilenen ayaklarımı
Aden bahçesi değildi kayıtlı köhne zaman; yağmur kayıp
gelemeyeceğim o yolun bırakılmış haline; evler titriyor!
geriden gelen nice üzgün, şifreli bir ırmak aşağıda şarkı
hala bilemiyorum gittiğimiz o hayal köyleri; nerdeyiz!
“nedir bu, nerde bir höyük” diye soruyorlar: bahçeler!.
ve kime bırakamıyorum, kimi kendime; yukarıda toprak!
oturduğum sedir ne de kalıcı, rüyalara hep tersten gölge
yüzümde kızarıyor bu naif ölüm; soba ne de gürül gürül
bir arkadaşım vardı o zaman, neden zaman bu zaman ki
vakit her vakit kendi kökünü söker, nice gömülü eşiğim
verilen her şeyi gömdüm onların unutulmuşuna; serinlik
ve bizi nereye koyacaklar, güzelim o tahta merdivenlere
geçiyoruz kıvrımlı geçişlerinden, her geçiş bir kenara eş
açılıyor eski bir ahşap kapı, olumuzda, bize mağara mı
hala yaşar o kapı, kadim bir sunağa sunar o soluk gidişi!
Oğuz Kayıran
*
GERDANINDA BOĞULAN GÜVERCİN
baksam anlardım
üşüyordun ellerin bir buz parçasıydı
üzgünüm tanrım ateşi avuçladım yakmayacaktı
sonra rüzgar yalnızlığın gözleri kadar hırçın
Süleyman’ın emrini dinlemiyordu
beni böyle savurmayacaktı
yüreğimi boşalttım doldurdum zannediyordum
ben affettim tüm boşlukları
çünkü benim yüreğim boşluklara sığmayacak kadardı
bir tufan çıktı denizlerin boyu uzuyordu
gördüm bir güvercin gerdanında boğuluyordu
oysa umutlarımız yalnızca bir gemiye sığacaktı
özlem önümüzde bir dağ gibi heybetliydi
bağırsam haykırsam yüzünü gösterdin
dağlar taşlar başıma yıkılmayacaktı
denizler ikiye ayrılıp bize yol açacaktı
Bağdat’tan gül getirdim sana
ömrü bu kadar kısa olmayacaktı
Muhammed Korkmaz
*
SOLUNGAÇ
geçti ağrımın çocukluğu
artık aramam geçmişte yenilgi
bir taraf seçmen gerek,
ya yürü ya boğul bu nehirde
sırtımda biriken nazarlar ve
arkamda beliren akrobatlar
karanlık, her şeyde sansür!
her yerim yama, ne yana dönsem nevroz
gecede iltimas ve boylu boyunca yenilgi
geldi büyüklenme merasimi, - önce okulunu bitir
böbürlü münaşakalar geldi, -askerlik ne zaman?
gözlerimi köpürten arsız mevsim
beni kendime taksim eden merasim
takıldı bir siren paranoyası, -devlete sürçülisan da nesi?
nehir berrak değil oysa
toprak şefkatli değil
ben homojen değilim…
ağınızda okyanusa hasretim
solungacım anne yarası
geçmişte yenilgi aramam artık
geçti çocukluğumun ağrısı
Yiğit Ergün
*
MAVİ ATLAR KOROSU
-eşim, oğlum, kızım ve kendim için-
Suyun bir nefesi var Reyhan, rüzgarın elleri
dağları delerek gelmesi bundandır mavi atların
gönlüm geniş vadiler gibi inan ki sığmıyor gündüze
güllerin koynundan bakınca her şey bülbül
su nasıl da öksürüyor taşların ardından!
Suyun bir derdi var Emir, ormanın harfleri
çocukların hayallerini yağmurlar ıslatır en güzel
eskitir kendince bütün soru işaretlerini
bir manolya gibi en sessiz harfleriyken hayatın
konar içimize yeni doğan gökyüzü
Suyun bir hevesi var Zeynep, ovanın gözleri
kızıl bir perde gibi titremesi bundandır gelinciklerin
düşüzümlerinin, incirlerin hafifçe esnemesi
ve kozanın dönüşmesi birden nihavende
her şey aynı öykünün karakteridir çünkü evrende
Suyun bir ateşi var bencileyin, yanmak su gibi
tenin tünellerinde sele kapıldığımız doğrudur
kıvılcımının en zayıf şeyleri süratle yok ettiği de
kalbindeki ateşle yaklaşmak zebildir başka bir kalbe
çünkü hüsn-ü aşk bir afettir en derinlerde
bana suyun ruhunu verin solduğum yerde!
Nevzat Konşer
*
HASANPAŞA HANI’NDA SEYİSLER
atını şal ile bağlayan ey son seyis
dönmemek için mi çıktın handan
kapı bekçisiz açılmış ilk mahmuzla
zamanı kaçırmaya geldi dedi görenler
terkisinde uzun saçlı çağ
peş ölçülür gibi değil
hızdaşı yok burun buruna
boynunda mantin çarşaf
dizgin gevşedikçe itiraz etmedi
tigris yok ağızlı
içmem dedi kıtım bu akşam
çatlar mısın sürer misin
benden öte Mardin
ey atım
ırmaktır bu
gerçekten değişmem
suculsun iskitleri unut
erken tanıdı bel hizasını
sularda bahisli kısrak
döşü ipek ustalarının burcu
kemikleri bıçak sızısı
nasıl bağırırsın dideban
size yer yok handa
dağkapı’da seyis’in gittiği kaldı
Ali Taş