Kültürel özellikleri, toplumsal yapıları ve tarihsel arka planları itibarıyla her ülkenin ayrımcılık konusundaki duruşu farklıdır.
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde ayrımcılık, hukukun, siyasetin, eğitimin ve gündelik dilin bir parçasıdır. Sivil Haklar Hareketi gibi siyahlara karşı ayrımcılıkla mücadele eden toplumsal hareketlerin de etkisiyle bu ülkede gelişmiş bir ayrımcılık hukuku, geniş bir akademik literatür ve etkin sivil toplum kuruluşları vardır.
Türkiye’de ise ayrımcılık konusunda gerek sosyal bilim literatüründe, gerekse hukuksal alanda derin bir boşluk vardır. Bunun sebeplerinden biri, Türk modernleşmesinin birlik-beraberlik ideolojisi altında homojen bir nüfus yaratma idealidir. Bu ideal sonucu, dili Türkçeden, dini İslam’dan farklı grupların yaşadığı sorunların kamusal alanda konuşulması yakın zamanlara kadar pek mümkün olmamıştır. Okullarda okutulan resmî tarih anlayışı da tarihte ve günümüzde yaşanan ayrımcılık uygulamalarının üstünü örter niteliktedir.
Ayrımcılığın kamusal bir problem olamamasının yarattığı sonuçlardan biri, toplumda yaygın olarak benimsenen “Bizde, Türkiye’de ya da tarihimizde ayrımcılık yoktur” algısıdır. Öyle değil mi!
“Bizde ayrımcılık yoktur” iddiasını oluşturan temel tez ise, Türkiye’deki hâkim ‘hoşgörü’ söylemidir. Türkiye’de ‘Türklerin hoşgörülü ve misafirperver olduğu’, ‘tarihimizde Batı’daki gibi ırkçılığın olmadığı’, ‘Osmanlı Devleti’nde diğer milletlere karşı hoşgörülü davranıldığı’ şeklinde güçlü kalıp yargılar vardır. Ders kitapları da bu hâkim yargıyı destekleyen cümlelerle doludur: “Hiçbir millet, milletimizden çok yabancı unsurların inanış ve âdetlerine saygı göstermemiştir. Hatta denilebilir ki diğer din sahiplerinin dinine ve milletine saygılı olan tek millet bizim milletimizdir”.
Her kalıp yargıda olduğu gibi bunlarda da doğruluk payı vardır. Batı tarihiyle karşılaştırıldığında Osmanlı İmparatorluğundaki millet sistemi, kendi çağına göre gerçekten de daha özgürlükçüdür, daha hoşgörülüdür. Buna İspanya’dan kaçan Yahudilerin Osmanlı’ya sığınmaları örnek verilebilir.
Ancak günümüzün ayrımcılık ve eşitlik kavramları modern sanayi toplumu öncesinin, bireyi değil, dinî grupları temel alan anlayışından tamamen farklıdır. Modernlik öncesinin hoşgörü anlayışı hiyerarşi üzerine kuruludur: Buna göre bir daha güçlü olan ve hoşgören, bir de hoşgörülen grup vardır. Hâlbuki modern toplumlar hoşgörü değil, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesi üzerine kurulur. Modern toplumda bireylerin dinlerine, dillerine, cinsiyetine bakılmaksızın eşit oldukları kabul edilir. Başka bir şekilde söylersek ideal anlamda modern toplum bir kimsenin dini, dili, cinsiyeti vb. ne olursa olsun eşit kabul edildiği bir toplumdur.
Modernleşen toplumlarda da ister istemez ayrımcılık ve eşitlik konusu gündeme gelir. Son yıllarda Türkiye’de yaşanan da böyle bir süreç aslında. Hızla kentleşen, eğitimli nüfusu artan, ekonomik olarak gelişen, kısaca modernleşen Türkiye’de de farklı kesimler ayrımcılığa uğradıklarını dile getiriyor ve eşitlik talep ediyorlar. Somut olarak bakarsak örneğin Aleviler, çocuklarının zorunlu din dersinden muaf tutulmasını istiyorlar. Kürtler, Çerkesler anadillerinde eğitim talep ediyorlar. Türkiye’de çok ciddi bir kadına karşı şiddet ve ayrımcılık sorunu olduğunun örneklerini her gün yazılı-görsel basında görüyoruz. Yine engellilerin eğitime ve kamusal hayata katılımının önünde birçok sorun var. Engellilerle ilgili önyargılar onların iş yaşamına katılımını da etkiliyor. Başörtülü kadınlar iş yaşamında ve siyasal alanda uğradıkları ayrımcılığı dile getiriyorlar. Cinsel yönelim gruplarına ise hemen tüm toplumsal kesimlerin ayrımcı bir tutum ve davranış içinde olduğunu görüyoruz.
Dolayısıyla sorun, tüm farklı grupların, ayrımcılığa uğramadan eşit ve barış içinde yaşayabileceği bir toplumsal ve siyasal sistem oluşturabilmektir. Hatta bugünün modern toplumunda farklılıklara eşit muamele de yeterli değildir; hedef, farklı grupları maddi anlamda da eşitleyecek özel önlemler almaktır. Bu anlamda sadece Türkiye’de değil, tüm ülkelerde kat edilecek daha çok yolun olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsanlığın tarihi ilerledikçe azalmasını beklediğimiz ayrımcılığın, bugün gittikçe artan bir sorun olduğunu ortaya koyan birçok veri ve gelişme var. Bu sorunu anlamak için hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan dönüşümün sosyolojik arka planını analiz etmek gerekir.