İbrahim Tığ
1914’de doğan Orhan Veli’nin derdi hep insanlar olmuştur.
O’nun şiirlerinde yoksul insanların, onları sarıp sarmalayan şehrin hikayeleri vardır.
Yazdıklarında insan hayatlarının izleri değil, insanın kendisi bulunur.
Neşesi de, hüznü de, ceketi eskimiş, pantolonu buruşuk adamların, sobası yanan, sedirlerinde küçük örtüler serilmiş küçük bir ev, ileride küçük bir araba hayali kuran kadınların neşesi ve hüznüdür bu.
*
“Süleyman Efendi’nin nasırı”nı bile dert edinmiştir kendine.
*
Orhan Veli isyanın şairidir.
Kurtuluşun, hürriyetin nasıl bir şey olduğunu insanlara anlatabilmek için en güzel sözcükleri, en güzel bir şekilde kurgulamıştır şiirlerinde.
“Gün doğmadan
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında
İçinde iş görmenin saadeti
Gideceksin”der bir şiirinde.
*
O’nun isyanı hafife alınacak bir isyan değildir.
Askerliğini bitirip bir türcüme bürosuna girdiğinde, Hasan Ali Yücel’den sonra Reşat Şemsettin Sirer’in bakanlığa gelmesiyle, bakanlıkta antidemokratik bir hava esmeye başlamıştır.
Bu durum onu içten içe rahatsız etmiş ve çekip gitmiştir bakanlıktan.
*
Orhan Veli’nin en büyük özelliği şiirlerinin kahramanlarının halktan insanların olmaları ve kendi dilleriyle, kendi halleriyle şiirine girmiş olmalarıdır.
Şair işte onlar adına büyük bir edayla konuşur şiirlerinde.
*
Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkanın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
Bu duvak onun duvağı işte.
Ya bu camlardaki kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil fistanlı...
Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?
Ya şu pembezar gömlek?
Onun da bir hikayesi yok mu?
Kapalı Çarşı deyip de geçme;
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu.
*
Sen çok yaşa Orhan Veli!...
Sait Faik, Orhan Veli ve Sabahattin Eyüboğlu