Geçen haftanın gündemi TVNET’te yayınlanan adı derin olan ama lağım kokan Tarih programında zikredilenler ve bu ne yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları aslında hepimizin tahmin ettiği kişiler hakkında Devletin göstermiş olduğu tepkiye Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı tahkikat ile gelinen merhale…
Tarihçi geçinen bu kirli beyinlerin yaratmaya çalıştığı kaos ve oyuna dikkat etmek gerekir. Bu haftaki yazımı bu yüzden 8 Mart 1992’de rahmetli Ahmetli Taner Kışlalı’nın kaleme aldığı ve yazımın başlığı yaptığım yazısını paylaşmak istedim. Yayınlandığında köşesinde okuduğum ve bugün bile değişmeyen gerçeği nasılda ortaya koymuş…
Bu zevatların kimin sözcülüğünü yaptığı belli… Hepimizin bildiği geçmişteki görüntülerini değiştirme telaşlarında boğulacakları umuduyla iki yıldır devam eden yazılarıma bu yazı ile sona erdiriyorum. Tüm dostlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum…
★ ★ ★
Aziz Nesin, yıllar önceki bir konuşmamız sırasında şöyle demişti:
Geçmişte Atatürk'ü eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine, tersine daha da büyüyor."
Benzer aşamadan geçmiş bir kişi olarak, bu değerlendirmeyi gönülden paylaşmam zor değildi. Zaman bizleri değil, Mustafa Kemal'i haklı çıkarmıştı.
Lenin'in, Mao'nun, Enver Hoca'nın, Dimitrof’un heykellerinin yerlerde sürüklendiği, resimlerinin duvarlardan kaldırıldığı, Leningrad isminin St. Petersburg'a dönüştürüldüğü günümüzde, bunu görebilmek kuşkusuz daha da kolay.
Eğer Türkiye'de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal'e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.
Eğer Türkiye'nin bir bölgesini ayırıp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal'e saldırmanın elbette tutarlı bir yanı vardır.
Ama "çağı yakalama" arayışında görünürken aynı şeyi yapmaya kalkarsanız; belki -her garip şeyi yapanlara olduğu gibi— bazı dikkatleri üzerinize çekersiniz, ama inandırıcı olamazsınız.
Bir bakıyorsunuz; Kültür Bakanı’nı temsilen açık oturuma katılan bir sayın konuşmacı, Kemalizm’in Batı Avrupa'daki totaliter ideolojilerin etkisi altında kaldığını söylüyor. (Çekinmese, faşistlikle suçlayacak.)
Bir bakıyorsunuz; Marksist soldan ciddi bir düşünür, "Halka sorulsaydı dil devrimini kabul eder miydi?" diye soruyor. (Sanki referandumla devrim yapılabilirmiş gibi...)
Bir bakıyorsunuz; 60'lı yıllarda Atatürk'ün sosyalistliğini kanıtlamak için ter döken bir köşe yazarı, şimdi onu küçültmek için tüm kalem kıvraklığını kullanma telaşı içinde.
Bir bakıyorsunuz; "orijinal" olabilme uğruna, Atatürk'ü demokrasi karşıtı gösterebilmek için kendi düşüncelerine bilim kılıfı giydirme çabasına girenler var.
Mustafa Kemal'i bilimsel olarak değerlendirebilmenin yöntemi açık: Hangi koşullardaydı? Ne yapmak istiyordu? Ne yaptı? Sonuç ne oldu?
Hangi koşullarda yola çıktığını biliyoruz. Ne yapmak istediğini ise -en kıt zekâlıların bile yanlış anlayamayacağı kadar- açık söylemiş:
"Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken, demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur. Demokrasi maddi refah meselesi değildir. Böyle bir nazariyat, vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyacını uyutmayı amaçlar. Bir ulusu oluşturan bireylerin her çeşit özgürlüğü güven altında bulunmalıdır.
Neler yapmış?
Hiçbir şeyin devletin dışında olamadığı faşizmin yükselme döneminde bile, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını, siyasal iktidarların etkisinden uzak, bağımsız bir yapıda oluşturmuş. Totaliter bir kültürden demokratik bir kültüre geçiş için büyük çaba sarfetmiş.
Dışarıda varolmayan çoğulculuğu, tek partinin içinde adeta özendirmiş. "Devletçilik" resmi ideoloji iken, özel sektör ve liberalizm savunucuları partinin ve devletin en üst düzeylerine kadar yükselebilmişler; parti içinde ayrı bir kanat oluşturmuşlar.
CHP'ye faşist bir model getirmek isteyenleri terslemiş. Bir muhalefet partisi kurulması deneyini, -çok olumsuz koşullarda bile- kendi eliyle başlatmış.
Peki, açtığı yol -tüm ihanetlere karşın- nereye varmış?
Eksikleri, yanlışları olsa da hiçbir Müslüman ülkede var olmayan bir demokrasiye!...
Bir cümle hâlâ kulaklarımda: "cesaretim olsa, tıpkı İnce Memed'in destanını yazdığım gibi, Mustafa Kemal'in de destanını yazmak isterdim..."
Ölümünden yarım yüzyıl sonra -ve tüm ideolojik değerlerin altüst olduğu bir dünyada- eğer bir kişi hâlâ Yaşar Kemal'de ve milyonlarca insanda bu duyguları yaratabiliyorsa, hâlâ güncelse, bunun anlamı açıktır.
Bu ülkede Atatürk’ü yıkarak olumlu bir şeyler yapılabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgıyı yaşadıklarını sanıyorum.