Advert
Advert
Advert
 DELİDİR…

DELİDİR…

Bu içerik 2113 kez okundu.

Sanırım 1968 yılıydı. Orta ikinci sınıftaydık. Takım elbisemiz o biçimdi. Ayakkabılarımız da. Hani şu iskarpin görünümlü içi keçeli, bağcıklı lastik ayakkabılardan. Amerikan bezinden mamul okul çantamız da cabası. Annemizin elinden dikiş işleri gelirdi. Pijamalarımızı, iç donlarımızı Sınger marka dikiş makinasında özenle dikerdi. Bizi her sabah köy lojmanından öğleyin yememiz için hazırladığı küçük bir paket vererek uğurlardı. Biraz köy peyniri, üç adet kaynamış yumurta, zeytin… Ekmeği çarşıdan alırdık sıcacık… Arada bir de köy ekmeği de koyardı paketin içine…

    Öğleyin sınıfları boşaltırdı nöbetçi öğretmenler. Tek tek ararlardı sınıfları, sıra altlarını, tuvaletleri… Birkaç kez izin istedik, öğleyin karnımızı doyurmak için sınıfta kalalım diye, izin vermediler… Çaresiz dışarda yemek zorunda kaldık yiyeceklerimizi. Havalar sıcakken iyi de, soğuklar başlayınca!

    Berber Hüseyin vardı. O soğuk kış günlerinde bize izin verdi dükkânında getirdiğimiz yiyecekleri yiyebilmemiz için. Artık o soğuk kış günlerinde rahatça karnımızı doyuracağımız bir yerimiz olmuştu. Bir kenarda alelacele karnımızı doyuruyorduk. Kaynar Amcanın çay ocağına gidip bir de sıcak çay içtik mi, okulun yolunu tutuyorduk karnı tok, sırtı pek… Okul günlerimiz her gün böyle geçiyordu…

    Öğrenci zili çalmadan açılmıyordu okulun kapıları. Zil çalar çalmaz Hilmi Efendi kapıyı açıyor, nöbetçi öğretmenler de kılık kıyafet, şapka kontrolü yapıyorlardı. Kuş uçurmuyorlardı. Kravatı olmayanı, şapkası olmayanı sınıfa almıyorlardı. Çaresini bulmuştu büyük sınıflarda okuyan öğrenciler. Şapkası olanlar sınıflarına girince okulun arka pencerelerinden aşağıya şapkaları atıyor, böylece şapkasızlık yüzünden okula alınmayan öğrenci kalmıyordu…

    Sanırım Çarşamba günüydü. O gün öğleden sonra okul yoktu. Öğrenciler için sinema günüydü. Sinema için izin aldık evden. Berber Hüseyin’de karnımızı doyuracaktık. İçeride birkaç kişi vardı. Bir kenara büzülüp soframızı kurduk. Peynir, zeytin, sana yağı… Tam yumurtalarımızı soymuştuk ki, adamın biri elimizden kaptı yumurtaları. Bir çırpıda hiç etti. Bütün bütün atıyordu ağzına. Sonra da pis pis sırıtarak çıkıp gitti. Donakalmıştık o anda öylece. Çünkü ilk kez yaşıyorduk böyle bir olayı… O gün yumurtasız geçti öğle öğünümüz…

    Perşembe günü de aynı şey oldu. Yine aynı adam, yine yumurtalarımız gitti… Dükkândakilerin gıkı bile çıkmıyordu. Hatta onlar da gülüyordu bu işe… Kendimize yeni bir yer aramanın vakti gelmişti anlaşılan.

    Sonradan öğrendik ki yumurtalarımızı hiç eden bu adam, Mekekler köyündenmiş. Adı da Deli Yılmaz…

    “Delidir, ne yapsa yeridir.” diye gülerlermiş meğer.

    Valla yumurtaları lüpletirken hiç de deliye benzemiyordu.

    Yıllar sonra, bizden kendi dilince özür diledi. Işıklar içinde yatsın…

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
BAŞKAN BOZKURT: TABURUN GİTMESİNE ULUPINAR KAYITSIZ KALDI
BAŞKAN BOZKURT: TABURUN GİTMESİNE ULUPINAR KAYITSIZ KALDI
BAŞKAN BOZKURT: VATANDAŞIN DERDİ GEÇİM
BAŞKAN BOZKURT: VATANDAŞIN DERDİ GEÇİM