İlk okuduğum öykü; “Ayşegül”dü. Yıl 1979… O zaman Komşular Köyü’ne bağlı Bakırcılar Mahallesi İlkokulu’nun 3.sınıfına gidiyordum. Müfredat programında yer alan bir öyküydü bu. Yazarını da yıllar sonra öğrendim bu öykünün: Refik Halid Karay. Bir İçim Su adlı öykü kitabında yer alıyor.
Birleştirilmiş bu köy okulunda 4 yıl okudum. Bu 4 yıl içinde; Fatma Günel (Testecili), Şaban Turan ve Şükran Salman (Çavuş) öğretmenlerim oldu. 5. Sınıfı da şehir merkezinde okudum.
Çocukluk işte… Hala hafızamda öyküdeki şu bölüm:
“İşte bir pınar başındayım; oluğun altına bir sepet iri, olgun, renkli şeftali oymuşlar. Başı yemenili, saçları iki örgü, ayağı takunyalı sarışın bir köylü kızı bana sordu:
-Yer misin amca?
Aldım. Buz gibi derisi, ısırırken dudaklarımı yaktı; ezdikçe ağzıma serinlik, râyiha, usare doluyor; buna biraz da çamların teneffüsü karışıyor. Ah ne güzel meyve... Bana şeftali ikram edene baktım: Ne güzel kız!
-Yavrum şu görünen köyün adı nedir?
-Müftüler.
-Daha ötede neresi vardır?
-Nergislik
-Ya bu suya ne derler?
-Zerdali Oluk.
-Şu yukarıdaki dağ?
-Kınalı Tepe.
-Şu yol nereye gider?
-Dere Bahçe'ye.
Ne güzel isimler! Lübnan portakal, turunç, hurma ve muz memleketiydi. Burası bana daha aşina meyveler diyarı: Şeftaliler, erikler, kızılcıklar etrafımı kaplıyor. Çiçekleri de öyle. Hep bildiğim şeyler: Nergisler, kınalar, küpeler ve yıldızlar... Sonra her evin pencerelerinde Müslüman ve fakir meskenlerin âdeta yarı mukaddes bir yeşilliği olan fesleğenler, fesleğen saksıları...
Kızım o basma taktığın kırmızı çiçeğin adını bilir misin?
-Bilirim: Kadife.
-Bu su kenarında açan yeşil şeyler?
-İnci çiçeği.
-Ya senin adın nedir?
Utandı; kısaca, usulca: -Ayşegül, dedi.”
*
İlk okuduğum şiiri de anımsıyorum. “Elma Ağacı”ydı adı. Yine o yıllar… 9-10 yaşlarında bir çocuk… Şöyleydi Şükrü Enis Regü’nün bu şiiri:
“Yine başladı soğuklar,
Boyuna yağıp duruyor yağmur.
Esiyor rüzgar acı acı.
Nasıl geçireceksin bu kışı
Elma Ağacı?
Gölgen de yok ki sana arkadaş olsun;
Tek başına kaldın bu kış kıyamette;
Artık kimse bakmaz oldu yüzüne;
Dallarına tırmanıyor çocuklar,
Kuşlar uğramıyor semtine.
Üzülme bu günler çabuk geçer,
Bir bakarsın bahar geliverir.
Yeniden allanıp süslenirsin,
Bizim için yine çiçek açar,
Meyve verirsin.”
Köydeki ceviz, erik, elma, armut ağaçlarına tırmanışımızı anlatır hissi verirdi bu şiir bana. Üzülürdüm kışı yalnız geçirecek olan Elma Ağacı’na. Hala benimli yaşıyor bu şiir beynimde.
*
Ortaokula gidiyordum… Yardımcı kitap olarak Yaşar Yörük’ün “Güzel Konuşma-Yazma Kılavuzu” almıştım. Bu kitapta “Baba Acısı” başlığı altında yer alan bu kısa bir bölüm, Ahmet Özer’in Yansıma Dergisinin 43-44-45/1975 tarihli sayısından alınmış öyküsünden bir bölümdü bu.
Yıllar sonra da değerli öğretmenim, eleştirmen-yazar Mehmet Yaşar Bilen aracılığıyla değerli ağabeyim Ahmet Özer’le tanışmanın mutluluğunu yaşadım (1987). Bana imzalayıp verdiği “Gecenin Kanayan Yerinden” adlı kitabı da sanırım o yıl çıkmıştı. Bu benim ilk imzalı kitabım oldu. Hala saklıyorum bu güzel eseri.
“güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
yarama tuz basarak geçiyorum günleri
bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
göğsümden havalanır martı sürüleri.”
Neyse…Tekrar Baba Acısı’na dönelim:
“Babam gittikten bir süre sonra, bir kez izinle gelmişti köye. Çok durmadı ama… Hiç yanından ayrılmamıştım; gezmeye götürmüştü beni o günler. Babam ikinci gidişinde, aradan geçen yıllarda para yerine sarı kadınla çektirdiği fotoğraf gelince ağladık. Annem küfürle karışık ağladı hep. Köyden gidenlerle haber yolladık, mektup yazdık babama. Mektuplara ‘Bana yazmayın, artık sizleri unuttum’ diye yanıtlar verdi. Daha da ağladık o günler. Sonra bir gün adresini de değiştirdi. O gün bugündür bir haberi gelmedi oradan.
Annem babamdan gelen kötü haberli mektuplar yüzünden, babaannemle sık sık tartışır, daha sonra da öfkesini Arife’ye dayat atarak çıkartırdı. Annem ‘Ana elin kadınıyla aldattı beni oğlun, ne yapayım sen söyle?’ diye babaanneme yakınıp durunca, babaannem ‘Hayırsız oğlum, hayırsız oğlum..’ diye babamı kötüler, ellerini yumruk yapıp dizlerine vururdu. Kimi günler çok öksürürdü babaannem. Öksürmeler sonunda yeleğinin cebindeki renkli mendiline tükürür; sesli sesli inlerdi.
Günler geçti aradan. Annem bir gün babaanneme ‘Bu hayat çekilmez oldu ardık.’dedi bir gün. Bir sabah bıraktı gitti bizi. Annemi de yitirdik. Babamın acısına anneminki de katıldı.”
*
Benim de babam Almanya’daydı. Bizler; 5 çocuk bir de annem köy yerinde sürdürüyorduk yaşamımızı. Eskiden bugünkü gibi ulaşım yok, iletişim araçları yok… Babam 2-3 yılda bir gelirdi köye. Hasret giderirdim onla. Annem hem 5 çocuğa hem de ahırdaki 5 hayvana bakıp bize bakardı. Parasız kalmamıştık ama babasız kalmıştık yıllarca… Bu yüzden bu öyküde kendimi buluyordum biraz… Savururdu hep yüreğimi.
Annem ise bir başına kendisi kadardı.