AH NEYLEYİM!
yaşım artık benim değil dahası iyi değilim
bir yanım kırılacak odun bir yanım kömür işte
bu halde ne Yusuf Atılgan tanır beni ne Ömer Kavur
içimin tüm odaları rutubet ve Zebercet
aşka ve şiire rağmen ne yapsam bakar körüm
sağ gözüm cennet sol gözüm cehennem işte
şu benim Âşık Ferrahi hâlim şeker ve kanser lanetinden
bari Ah Neyleyim türküsünü söylemeden ölmesem
kör olmasa sol gözüm altmış birimi görmeden
Arzu’dan Zülâl’e aşkı tenimde flu görmesem
âh, değil Paris’i Tarsus’u görmeden ölmesem
üzülecek yaşım artık yok benim
demirdeki toz değil de biriken pasım
ey şiirlere gam ezgi yârim, türkümüzü söyle
ve gün batımıyla birlikte öldür beni:
nasılsa cennet solduğunda
cehennem soğuduğunda anlaşılır--
heyhat, dünya vakti gam ile yara yüküm
gel gör ki Hüseyindağı bile değilim!
*
Bu şiir beni, Âşık Ferrahi’den Zebercet’e, Ömer Kavur’dan Yusuf Atılgan’a, Anayurt Oteli’nden Hüseyin Alemdar’a götürdü. Özenle seçilen imgelerle, metaforik anlatım yoğunluklu yapıyla şiirde neler anlatmıyor ki!... 80’lerin başından başlayarak ne yalan söyleyeyim Hüseyin Alemdar’ın şiirini sever ve kıskanırım. Hüznü yoğun bu şiiri de fazlasıyla kıskandım; tıpkı onun Hüzün Kitabı’nı kıskanır gibi. Âşık Ferrahi’nin -ki 35 yaşında gözleri kör olarak bu dünyadan göçmüştür- yaşamıyla kendi yaşamını özdeşleştiren Alemdar insanı garipsetiyor, hüzünlendiriyor “Ah Neyleyim”le. Ferrahi’nin yaşamı da hüzünlüdür, acıların en büyüğünü yaşamıştır. Gülmek yoktur adeta yaşamında. Eruh’tan Ceyhan’a göç eden ve geçimini ırgatlıkla sağlayan babasının ortadan kaybolması sonrasında da annesinin ölümü, dayısının yanına yerleşmesi, vereme yakalanması, bir başka köylüye besleme olarak verilmesi, ırgatlık ve çobanlık yapması, sesini hastalığı nedeniyle kaybetmesi acının tam da göbeğinde oturduğunun resmidir. O resim ki türküler yaşadıkça yaşayacak; dahası Hüseyin Alemdar’ın şiiriyle de yaşayacak.
*
Anayurt Oteli Yusuf Atılgan’ın psikolojik bir romanıdır. 1973 yılında yayımlandığında büyük yankı uyandırmış. Kahramanı da otelin katibi Zebercet’tir. Kişilik bunalımı ve yalnızlık çeker. Otelin rutubetli odaları sanki Alemdar’ın içinde belirir. Romanı Ömer Kavur 1987 yılında filme uyarlamış. Kendisini iyi hissetmeyen Alemdar, Zebercet’in o ruh haline atıfta bulunarak, bu hali karşısında Ömer Kavur’un ve Yusuf Atılgan’ın kendisini tanımayacağını savlar. Oysa Alemdar, belki de bu romanın filme alındığında işin içindedir, o dünyaya aittir.
*
Her ne kadar Âşık Ferrahi’nin Adana ve Ceyhan’da yaşadığı bilinse de, Bedia Akartürk onun Tarsuslu olduğunu söylemişti bir televizyon kanalında. Bu yüzdendir Alemdar’ın Paris’i değil de Tarsus’u görmek isteyişi. Oysa, herkes Paris’i görmek isterken, Ferrahi’nin memleketini, mezarını görmek istemenin en güzel anlatımıdır bu dizeler. Şiirdeki Arzu, film yıldızı Arzu Okay’dır. Alemdar’ın da değer verdiği, samimi ve yıllarca süren ve şiirlere dönüşün bir dostluğun şiiri. Bu yüzdendir aşkı A’dan Z’ye onların teninde flu görüşü Alemdar’ın. Çünkü bu dostlarını bir aşk objesi olarak görmez o; ki, Zülâl de peri meleği olsa gerek; Feri ve Mine diye de okunan. Hüseyin Alemdar şiiriyle Âşık Ferrahi’yi buluşturan bu paradoks Cemal Süreya’ya edilmiş şairane bir sitem biraz da.
*
Âşık Ferrahi en verimli çağında göçüp gitti aramızdan. Geride 10 türkü bırakarak.Yazımı yine onun hayatını özetleyen şu dizeleriyle bitiriyorum:
“Neler geldi girdi benim düşüme
Felek bu dertleri taktı peşime
Bir yazı yazın ki mezar taşıma
Ferrahi dünyada gülmemiş deyin.”
Devrek, 30 Mayıs 2017