Advert
Advert
Advert
2019’UN 19 ŞİİRİ VE SEVDİĞİM ŞİİRLER
İbrahim TIĞ

2019’UN 19 ŞİİRİ VE SEVDİĞİM ŞİİRLER

Bu içerik 8903 kez okundu.

*

*

*

2019’UN 19 ŞİİRİ VE SEVDİĞİM ŞİİRLER

 

İbrahim Tığ

 

    Cemal Süreya, şiir ile yaşamı “Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir.” diyerek ilişkilendirir. Şiirinin genel bir tanımı olmadığı gibi, her şiir tanımının bir bakış açısıyla orantılı olduğu da ortadadır. Friedrich Hegel şiiri, “Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı” olarak görür. Mallarme de şiiri, ”sözcüklerin dini” olarak tanımlar.

    Kim nasıl değerlendirirse değerlendirsin şiirin özü, aşktır, sevgidir, hüzündür, yaşanmışlıktır yaşanmak istenilenlere özlemdir. İşte bu olguları taşıyan şiirleri ortaya koyan sultandır şair. Ne diyordu Nef’i:

    “varsın günün sultanları değer vermesin,

     onlar göçüp gidince sultandır sözüm.”

*

    Yine Cemal Süreya’nın deyimiyle, anayasaya aykırı, doğanın ahlakı kovduğu yerde ve yasadışı olsa da şiir, yaşamımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yüzden sanatların en zoru olan şiir, herkes tarafından kolaymış gibi(!) yazıla gelmektedir. Günümüzde şiir kitapları en fazla 1000 adet basılıyor, dağıtımı yapılmıyor ve herkes kendi kendine dağıtımını yapıyor bastırdığı şiir kitaplarının. Yayınevleri ise şiir kitaplarının basımının yanına bile uğramıyor. Şiir kitapları okunmuyor gerekçesiyle yapılan bu durum ne acı!. Gerçek şiir okuru artmalı, artırılmalıdır. Her ne kadar dergilerin sayfalarının en fazlasını şiirler kaplasa da, gerçek şiirin tadını, lezzetini bulmak, biçim ve anlam bütünlüğünü yakalamak zorlaşıyor.

     Aziz Nesin ne güzel söylemiş: “Bizde her üç kişiden dördü şairdir”. Haksız mı?, dergilerde, internet sitelerinde 5-6 bin arasında şair adları dolaşırken şiir kitaplarının okunmayışı da neyin, nesi?. Aymazlık ve duyarsızlığın ta kendisi değilse, nedir?

    Bilinmelidir ki Lamartine göre, “Şiir, büyük zekaların rüyaları” olsa da, Fuzulîye göre de, “İlimsiz şiir, harcı ve hesabı olmayan duvar gibidir.”

    2019 yılında; Yedi İklim, Varlık, Sincan İstasyonu, TMOLOS, Kurşun Kalem, Çini Kitap, Sarmal Çevrim, Bireylikler, Güney Rüzgarı, Eliz, Patika, İnsancıl, Yeni E, Karabatak, Sözcükler, Lacivert, Şehir, Mavi Yeşil, Keşke, Gökyüzü, Berfin Bahar, Kitap-lık, Caz Kedisi, Akatalpa, Altı Yedi, Yaba, Delikli Çınar, Şiiri Özlüyorum, Edebiyat Ortamı ve Hürriyet Gösteri, Babylon (2 sayı), Vurgu, Şiiri Özlüyorum ve Yelkensiz (1’er sayı)olmak üzere 30’un üzerinde dergi ve kitap takibi yaparak beğendiğim onlarca şiiri not ettim ve 2019’un 19 şiirini ve okunması gereken şiirlerini belirledim.

    Bunu yaparken de, şiirlerin, özgün, iç açıcı, sözcük seçimi, duygu ve anlatım tekniğinin yüksek olmasına dikkat ettim. Kimi şiirler içimi ısıttı kimileri hüzünlendirdi kimileri de sevinç taşıdı bana.

    İşte 2019’da bende kalan 19 şiir ve beğendiğim, övgüye değer bulduğum diğer şiirler:

1. Bozlak Tarzında Keder/ Hüseyin Alemdar (Babylon, Ağustos 2019)

2. Ağaçlar Aşağı Kalkar / Altay Öktem (Varlık, S:1338)

3. Babam / Ayşegül Civil Coşkuner ( Eliz, 123)

4. Eleni / Dilara Ayşe Akdeniz (Mavi Yeşil, S:118)

5. Taşra’da Bir Mevsim / Mesut Akatay (Şehir, S:124)

6. Yüzüme Kabul Günü / Cihan Adıman (Eliz, S:130)

7.Eksik Çizim / İdris Selici (Yedi İklim, S:353)

8. Gitme Zamanı / Fatma Aras (Eliz, S:127)

9.Hacılar’da Zaman / Ferziye Küçük (Eliz, 130)

10. Keman Davul, Saksafon, Zil Zurna Her Birimiz / Hayri K. Yetik (Kurşun Kalem, S:54)

11. Bisiklet / Oya Uysal (Caz Kedisi, S:18)

12. Günöte 6 /Zeynep Kurada (Çini Kitap, S:55)

13. Sayıklama / İdris Sezgin (Yeni E, S:32)

14.Bana Biraz İzin Verin / Devrim Horlu (Sözcükler, S:81)

15.Hala Yaşar O Kapı / Oğuz Kayıran (Bireylikler, S:86)

16.Gerdanında Boğulan Güvercin / Muhammet Korkmaz (TMOLOS, S:80)

17.Solungaç / Yiğit Ergün (Bireylikler, S:88)

18.Mavi Atlar Korosu / Nevzat Konşer (Akatalpa, S:236)

19.Hasanpaşa Hanı’nda Seyisler / Ali Taş (Varlık, S:1339)

 

(Sıralamasız-SEVDİKLERİM):

 

-Son Bahar / Ahmet Zeki Muslu (Edebiyat Nöbeti, S:21)

-Kavaklar / Elif Firuzi (Eliz, S:123)

-Bir Uçurum Dudakları / Hıdır Işık (Varlık, S: 1336)

-Kambur-i Gök / Cenk Kolçak (Edebiyat Nöbeti, S:25)

-Şiir Işığı / Serap Aslı Araklı (Akatalpa, S:229)

-On My Priod / Zeliha Cenkçi (Varlık, S:1338)

-Ölüm De Dilek Tutar/ Serap Aslı Araklı (Şehir, S:131)

-Hades’in Kayıkçısı/ Dilek Kurt (Akatalpa, S:239)

-Kemik Ve Kuşku / Oğulcan Kütük (Eliz, S:121)

-Kambur Dil / Mahmut Aksoy (Sincan İstasyonu, S:101)

-Çatlak Gökyüzü Halleri / Felek Yılmaz, (Lacivert, S:88)

-İmkan / Serkan Türk (Edebiyat Nöbeti, S:20)

-Çöl Uykusu / Çağatay Olgun (Lacivert, S:87)

-Sunak / Efe Duyan (Sözcükler, S:81)

-Yuva / Devrim Horlu (Sincan İstasyonu, S: 101)

-Gökyüzü Hep Kederlidir / Muazzez Uslu Avcı (Gökyüzü, S:19)

-Uzaktan Uzağa / Neval Savak (Varlık, S:1338)

-Tarihte Senden Bir İz var / Muhammet Korkmaz (Berfin Bahar, S:257)

-Füg Tarzında Kader / Hüseyin Alemdar (Mavi Yeşil, S:120)

-Bu Bir Mektup Değildir / Gökhan Arslan (Eliz, 129)

-Karanfil Çıkmazı / Yunus Sarıgül (Şehir, S:127)

-Tuval / Yusuf Araf (Eliz, 129)

-İncir Çiçeğine Esrime / Bayram Türk (Varlık, S:1345)

-Sesimin Gecesinde Bir Ay / Okan Alay (Şiiri Özlüyorum, S:92)

-Akış, Sese ve Renge / Ferda Balkaya Çetin (Babylon, Kasım 2019)

-Çay ve Bergamut / Nurgül Ulu (Varlık, S:1336)

-Sempati / Bahtiyar Kaymak (Yeni E, S:36)

-Sesleniş / Aydanur Saraç (Akatalpa, S:230)

-Baba Meselesi / Ergün Taylan (Varlık, S:1339)

-Kuraklığa Doğru / Recep Yılmaz (Sarmal Çevrim, S:8)

-Bir Park İçin İsim Önerileri / Eren Şahin (Sincan İstasyonu, S:104)

-Kim Olduğumuzu Kendinizden Bilirsiniz / Bayram Balcı (Bireylikler, S:89)

-Matruşka / Elif Gümüşler (Mavi Yeşil, S:119)

-Ağaçlar Aşağı Kalkar / Altay Öktem (Varlık, S:1338)

-Son Saatleri / Yiğit kerim Arslan (Eliz, S:127)

-Yanlış Anlama / Türker Özşekerli (Akatalpa, S:229)

-Aynalar Senden Başka / Orhan Kınacı (Varlık, S:1343)

-Sone / Turgut Can Özdemir (Akatalpa, S:232)

- Vaktidir / Altay Öktem (Sincan İstasyonu, S:101)

-Renkli Çoraplar / Umut Çiftlik (Lacivert, S:86)

-Sevgili Ülkem / İdris Selici (Şehir, S:126)

-Reddesel / Emre Gürkan Kanmaz (Vurgu, S:3)

-Kurtlar Sofrası / Aykağan Yüce (Yedi İklim, S:355)

-Veda / Metin Fındıkçı (Sözcükler, S:79)

-Kuğuliçe / Şaban Çetin (Akatalpa, S:235)

-Parmaklarımız-Hariç / Cebrail Güven (Facebook, kendi sayfası)

-Vatan Borcu / Sedat Şanver (Akatalpa, S:235)

-Gül Eskisi / Yunus Emre Suci (Varlık, S:1346)

-Unutturulduğumuz Yaşam / S. Emre Özcan (Keşke, S:35)

-Lütfen İyi Bakın Kendinize / Kaan Eminoğlu (Sarmal Çevrim, S:8)

-İşte O Zaman / Serkan Bozdağ ( Mavi Yeşil, S:118)

-Mavi / İlhami Sidar (Yeni E, S:27)

-Karanfil Çocuk / Alper Yıldırım (Sarmal Çevrim, S:10)

-Vakit Yok / Salih Gözek (TMOLOS, S:77)

-Hallaç İçin Kakafoni / Hüseyin Serhat Arıkan (Babylon, Kasım 2019)

 

**

 

BOZLAK TARZINDA KEDER

 

                         dertli diye ayırdılar eşimden

                         almayın yârimi diye mi bildim

                         ağladı gözlerim sile mi bildim!

                                           Muharrem Ertaş

 

günün ilk saatlerinde gülerek ölmek benimkisi

kalbî ağlamalarıma sinema hissi ağlamalarıma şiir dedim

hayatın topacını istem dışı kusurlu çevirdiğime bakmayın

güzel suç, şık hata küçük ölümlere rağmen iyileşemedim

 

güne şiirle başlamam ömrüme yılan ıslığı bir yerde

önce şair sonra insanım lirik ve nevrotik varoluşumda

Allah’a ve dağlara bağırdım da kendime bağıramadım

ne fayda! varsın iki yüzlü hayat hasmım gibi baksın--

 

( aradım derdimin çaresi yoktur, taştan taşa çal beni güzel!

( bozlaklar hoyratlar söyledim de bir türlü öl(e)medim

( hep unutulan unutulur, varsın unutsun beni tüm sevdiklerim

( gittim ve gördüm işte: çiçekdağı’nda bile yok çiçeğin sabrı

 

ölmeden önce son bir kez yürütün ve iyi giydirin beni

hırpani hâlimi Neşet ve Zülâl dâhil hiç kimse bilmesin

beni ve ben’leri yara hiç kimse benden önce ölmesin

nasılsa yalan söylerken ve ölüme giderken herkes iyi giyinir

 

Hüseyin Alemdar

Yeniçağa, 27 Mayıs 2019

 

*

 

AĞAÇLAR AŞAĞI KALKAR

 

sen gelmesen içimde

bir yangın usulca sönecekti

deliye dönecekti kınası gecikmiş bir kız

biz dallara tutunacaktık, dallar sulara

tüm sanatlar sahtedir, tüm hayatlar yarı gerçek

bunu her gece hatırlat bana

 

Ölürsem kanım yerde kalmaz

yerçekimsiz bu dünya

 

Hepimiz suçluyuz günün şiddetini

tercih ettik diye gecenin sessizliğine

 hepimiz yorgunuz,bir dalı kesersek eğer

dal değil ağaç ağlar; kimse söylemedi bize

 

sevgilim, boğulmaktan kurtulamazsın

nehre girerken paçanı sıvadın diye

 

sen gelmeden hemen önce

uzun sırlarımı saklamıştım içime

bilirsin, kuşlar da aşlar gibi ansızın yaralanır

bilirsin, en derin devletlerin bile sürekliliği vardır

 

sonunda,

hepimiz konacağız yere uzanan bir dala

hepimiz tepeden öleceğiz nasılsa.

                                                                

Altay Öktem

                                                                

*

 

BABAM

 

Bıyıkları kırlaşmadan öldü babam

Yetim kaldı umutları bavulunda

Korkulu gözlerle geçerken dünyadan

Sararmış otlara esen yel gibi baktı…

Hiç uyudu mu ölümüne çeyrek kalanın gecesinde

Kül rengi hastane odasında

Sararırken bir bir ışıklar

Ölgünleşen eşyalar

Artık göremeyeceği rüyalara esir.

 

Yangın külü gibi savrulmuştu sabah

Yorgun kızarmış gözleri

Tüyleri dökülen beyaz bir güvercin gibi

Kurumuş gözlerinden yaş aktı bir an

Soğuyan bir uğultuydu artık zaman

Daralan tavan 

                     yitip gitmişti çoktan

“iki kapılı handan” geçerken babam.

 

Ayşegül Civil Coşkuner

 

*

 

ELENİ

 

Ah Eleni, dün nehir boyu baktım ardından

Tanrılar peşin sıra dizilmiş, ellerinde doludizgin saçların

Senin eteklerinde geyikler, senin eteklerinde atlar

Ve incecik bileklerinden kavramış yosunlar.

 

Eleni, şenlik mevsimi çoktan geçti

Atların yeleleri eskidi, kitaplar eskisinden kederli

Ama sen, yani yüzyıllardır ayağı tarihe basılı kadın

Nasıl oldur da hiçbir süvari tutup ısıtmaz ellerini?

 

Eleni, doğmamış çocuklarını nehre salan kadın

Şimdi Nil kıyısında, ceviz bir beşikte yazılı adın

Kasıklarına ateşler basmış, ceylanlar emzirmişsin ak göğsünde

Güneş ve neşe yasak senin ülkende.

 

Ah Eleni, dün gece baktım ardından

Sen hep böyle beyaz kalacaksın

Sıyrılıp eteğinden

Ve seni kuşatan geceden.

 

Dilara Ayşe Akdeniz

 

*

 

TAŞRADA BİR MEVSİM

 

                                -Şerif Malgir için-

 

ölüş, eşiklerde davullarla örter geceyi taşranın esrik uğultusu

süslenip yasa gider kadınlar lekeler hüznün duvarlarını anılar

ağzında bir parça bekleyişle / unutuşla gelir kuşlar

 

tiranlaralaylı marşlarla büyürtekfir eder kendini şanlı yüzü kinin

başlarsancı üzerine beş ders beş gün beş asır büyür yalnızlık

mezarlaryükselir evlerin bahçelerinde uzar ağıtları rediflerin

ve ağızlarda destana dönüşür tekerrür belki tarih belki hiç

 

birinci temrin:

unutuş/a gidiyorlar

ikinci temrin:

bekleyiş/e gidiyorlar

 

ekşimiş yoğurt kokusu çocuklar gecikmiş yağmurlar için

tütün kokan parmakları öfkeyle aralar sisleri çobanların

geçmişe değer elleri sıkıntının yaralar kanar kırılır pası sözcüklerin

taşra garlarında sürgünler başlar uzakların şarkısı bukağılanır

mektuplar küflenir nehirler taşar kalır unutuşun/bekleyişin boşluğu

 

bir şair doğar bir şair ölür başlıksız şiirler yazılır dergilerde

elma yüklü pazarların işporta tezgahlarında eskil yüzler satılır

söner ışıkları hınçla hurda vagonların bağların dili çözülür

ve ağızlarda destana dönüşür tekerrür belki tarih belki hiç

 

birinci temrin:

unutuş/a gidiyorlar

ikinci temrin:

bekleyiş/e gidiyorlar

 

-kırılır kabuğu bekleyişte unutuşun taşrada bir mevsim-

 

Mesut Akatay

 

*

 

“YÜZÜME KABUL GÜNÜ”

 

Bana ölmeden önce bir yurt verir tanrı

ardından dualar dikenler ve saz!

 

Alnımın çatında bir perde/belki utanç

gövdemden kalan şehri toplayan et dilencileri

alnım şehrin ortasında bir saat

ve kolumda çoktandır asılı duran sürgün

 

Bir piyangodan bahsediyorlar

                     / sırtım kirleniyor otobüs arkalarında

birörnek giyimlileri süzüyorum gerilerden

prensesler vuruluyor gözlerinden

sonra koşuyoruz: sonra yapma çiçekler: sonra utanç

bekçilerin ısılıkları yalayıp geçiyor sırtımı

 

Şehre bir gömlekle giriyorum- terli ve uygar

ya da

kız kuruları takılıyor gömleğin peşine

şehir alınımda bir ecza

şehir alnımda bir ceza

 

-mektuplar okunuyor şimdi / ellerim süslü bir kalabalık!

 

Cihan Adıman

 

*

 

EKSİK ÇİZİM

 

Ben bu kapıları kapatırsam bu kapılar kapanır

bu kitap burada değil bu kalem bukalemun

burada uyu burada kalk 33 defa

burada kalk burada uyu 33 defa

uyu kalk 33 defa burada burada

bizim bu canımız uçurum

bizim bu canımız spiritüalizm

burada mono burada monoxyde

burada saçlarımda bir çarpışma

burada hepten dökülme

göğsümde senden kalma işlemeli dövme

bu sayfayı bitir gerisi tamam

bu şiiri oku yeni şiir yaz bize

anlat çocukluğumuzdaki dut ağaçlarını

senin gözlerin sen istediğinde götürür

bu renkten mi gelme bakışların

 

ben bu kapıları kapatırsam bu kapılar kapanır

kalemin gözü kör rüzgar uçurum

başımıza gelenler başınıza gelenler

bu olanlar bizimle ilgili

-emr-i bi’l-maruf

biz sizin inandıklarınıza inanmıyoruz

bir olan Allah müstesna

burada iman tamam

burada tevhid

burada sıratı müstakim

nehy-i ani’l-münker

tamam-

bu elimdeki benim değil bu üstümdeki değil bu süratli giden araçlar

gökyüzünde çarpışan şeyler değil

 

bu kitap burada değil bu kalem bukalemun

atm’in kart yutmasının şaşkınlığı var yüzümüzde

sen bana koşmasını öğrenemezsen hayvanlarım getirecek ben sana

sen makedonya’nın niçe güzelisin şühmeşreb

ben bu ışıksız hücrede çizilen portre

yok denemedim sensiz ne yaparımları

bu soğuk duvarlar

soğuk sesler

kargaşalar

kuyruk sokumuna gelen tekme eksik

çizim karalanmış yüzüme

 

İdris Selici

 

*                                             

 

GİTME ZAMANI

 

Yıldızları toplayıp bu kentten gidiyorsun, öyle olsun

 

Bak, kirpikleri kar topluyor sofrada

ateş ve su yan yana

içinde, sapandan korkan kaç kırlangıç sürüsü

tekliğin ürperten bir çöl

ömrüne sem karışmış kör bıçağın ağzında

sorular dolanıyor sorular,  bir kıyıdan baktıkça

 

Ben seni tamamlarken dikenlerle boğuştum

faytonsuz soğuk bir yol

dağlar, taşlar acılı

yokluğuna yazılmış onca mektup

bekleyen bir öfke olmuş postada

sevgili bunun adı hal değil

ıslandı bütün sözcükler bir bulut yağmurunda

silindi aşk sözleri ne kaldıysa geriye

 

Dokunsan lavlar çaya çıkar

biz, içten içe alevsiz ciddi yangınız

kırık kalem, ıslak kağıt masada bir hıçkırık

gitmeye hazır o an

gömleğini giy, ceketini ilikle, çekici parfümler sür

bir aşk fuların olur

üşütmesin seni gittiğin ülkenin hoyrat rüzgârı.

 

Fatma Aras

 

*

 

HACILAR’DA ZAMAN

 

Sümerbank’tan güllü dallı

Basma elbisemle ben

Hacılar’da evimin önündeyim

Öyle diyor Mıstık

Yıkılıp dönüşüyormuş

Tok tozlarıyla kentin karanlığına karışıp…

Bir kare fotoğraf yollamış

En çok da babamla maç yapmayı

Hayal ettiği o dar hayattan

Bal boyalı çocuksu bakışına iliştirip…

 

Bir zamanlar boy atarken

Kardeş kardeş Umuda

Sesler geliyordu yukarılardan

Sövmeli küfürlü hem de

 Bahar yeni geliyorum derken

Hava da püfür püfür…

 

Kokuları karışırken gülüşlere helâların

Annem görmezden gelirdi eve dadanan böcekleri…

 

Şimdi on beşimde yiten

Terliğimin tekini ararken o avluda

Bilmem ki kaç baba öksürüğü duydum

Çocukları ayak izlerine karışan

Aynalı duvarlarda…

 

Yağmurlu toprakların kokusuna

Eski hayalleri banıp

Gökkuşağından renkler çalıyorum

Yeniden hissedip

Çiğ taneleri ile can bulan çiçeklerimi

Kurtarıyorum larvalardan…

Ve işte Hacılar’da

Sislerin içinde

Gülüyor bir şeyler acıttığı için canını

Işıldayan yeni zaman…

 

Ferziye Küçük

 

*

 

KEMAN, DAVUL, SAKSAFON, ZİL ZURNA HER BİRİMİZ

 

kafayı bulmazsak sabahlarız bugün Cuma, yarına kalmasın

kıbrıs şehitleri’den başlayıp alsancak kendine gelsin biraz

1454 sokak’a bir masa saint joseph için kuralım

bir can yücel için safları sıklaştıralım çocuklar

kimimiz afro, kimimiz çingene, kimisi levanten, kimi de yörük

keman, davul, saksafon, zil, zurna miço her birimiz…

 

mastika makamı özgürlük masada kardelenler

sandalyenin biri boş kalsın bidon osman neredeyse gelir

bir de hiç gelmeyecek o bakışı deniz için…

kürt hacı’yı da çağırın hoyrat bir hafız söylesin bize

içmeyenlere ceza: sokak başlarında tutsunlar devleti…

biz içelim bir bardak tutan bir bardak tutulan bir de cemşid için

 

aşk içimizde meşk masada dert sokak başlarında tutkulu

kimimiz rakı kimimiz şarap kimini cin çarpmış

kelimeler ortamalı cümleler bizden sarhoş

ne dediğimiz meçhul demediğimiz gayrimenkul kıymetler

pazartesine zam var çocuklar meyhaneci duymadan içelim.

 

batan güneşle daldığımız geceye hayat katalım açılsın biraz

dünyanın kahrını çekmemiş çeksin bugün biz içelim çocuklar

sonsuz bir şimdi için bu gece de yarın yok gibi içelim çocuklar

bir o vefasız bir de kaçırdığımız hayatın kahrına içelim çocuklar…

 

Hayri K. Yetik

 

*

 

BİSİKLET

 

Uçuşur etekleri açılır çıkardı yaz yanığı duru güzelliği,

bir kız, liseli, göğsüne bastırdığı kitaplarıyla yürüyüp geçti

geçmez sanılan gençliğini de

geçmedi, kırılan düşlerin içteki serinliği

 

Herkesi eşit kılan ölüm değil ki, durup kimsenin önünde

iliklemesin de ceketini kabullenilsin, bu karşımdaki

razı gelmediğim kader ve ben küreği kırık sandaldaki

kaçak yolcu, öteki

karaya uzak sularda sürüklenen ruhunda rüzgar,

rüzgarda dalgalanan solmuş kırlar.

 

Ah unutmak ne mümkün, içinde ukdesi!

Düşüp üstüden yere kanayan dizlerim olsa iyi,

acıyan düşlerimdi. Ve uzaktan uzağa seyrettiğim

bisiklet,

alındı alınmasına da başkası sevindi.

 

Yağmayan ama içimde serinliğini hissettiğim bir bulut

Perdeliyor kasvetiyle odayı. Kalkıp açıyorum lambayı.

 

Oya Uysal

 

*

 

GÜNÖTE 6 

 

1

 

Birkaç yerinden başla yazmaya

Bilinen ve hiç bilinmeyen bir tarif veriyorum

Bilinen ve hiç bilinmeyen sırlarla koy bir tarafa

Ellerini kokla sonunda unutma koklamayı

Ben seni böyle bir geceden esirgedim

Seni böyle derin güz kederinden

 

(Bu senin kaybolduğun kar rüzgarları

Bu çok bakan gözlerin mi senin

Nefesinle hayat arasında bir yerde

Belki sadece bir yanlış anlama

Yanlış bir vedadır

Ben kime el sallıyorsam)

 

2

Sen bu şehri acıya terk etmeseydin

Bu kadar geç kalmasaydı kuşlar

Uçurtma dallarından süzülüp

Dökülürken bir anının gülüşüne

Sana kızaran aşıklardan söz edecektim

Sana bir yudum sitemden

Bulutlar demlenirken çayçiçeklerinde

 

Hani daha gitmesen, oyalasam saatleri

Hani bir masal vardı desem

Hani hep biraz yalan

Biraz insan ezberi

Mutlu olmaktan söz eden büyüydü

Ötesi gelip geçen yol desenler

 

Bu masal kirletiyor şimdiyi dinleyince ellerini

yıkarsın 

 

Zeynep Kurada

 

*

 

SAYIKLAMA

 

Kopan parmaklarıma mağara sırtımdaki yırtık isim

Ne zaman güzergahla ansam seni

Uğramadığın duraklar şüpheli zafer

Askerler ayarlanmış kıtlık gibi suçüstü yürür

Susanın boğumuyla ekip biçer çocuklarını, tereddütle anılarak

Yeniden dirilen

(Bu anti-terapi ve Freud’unçöken rüyası üzerine

Terapist-hasta ölüşmesi, pardon sevişmesi)

 

Mağara resimlerinde kendini suyla cilalıyor ceylan

Durmadan yurtsuzluğunla ölüşüyorsun, durmadan

Kayık ve kayıkçılar yok henüz; ama açılıyoruz birbirimize

Sen uygarlığa bağışla hünerlerini durmadan

(Bu, sevişmeyi bilmeyen bedenlerin savaşmayı bırakmasına

Afelsefik bir yöntem, sadece bu şiirin kuralıdır)

 

Geçen yıllarımı kırlarla boyadım, kır dediysem boyunun

Latin Amerika uçurumuna düşmeden yerliler

Kabileler halinde yaşanıyordu o zamanlar aşkı

Sen kabilemdin, saçlarına tapar, gözlerine kendimi mumyalardım

(Bu Marquez’in Hüzünlü Orospusuna Yüzyıllık bir vefa.

Beş kez tam, altı kez yarım seviştim bir yerli ile, bu şiirde bu da kuraldır.)

O zamanlar Arabistan bir deve kalbiydi

Nefesinden su toplar çocuklar coğrafyanın hörgüçleri

O vaha ki sesinin Kuran’a bedevi yolculuğu

Çağlardır kendi kanını gövdesine yediriyor Ortadoğu

Bir öpücüğünle iyileşebilir sarık ve burkanın gecesi

(Bu güneşin görmediği yerlerinle ölüşen elerime seraptır.)

 

Yine ölümsüzlükten bahsediyor, ölümlü şair

Zihindeki sözcüklerin komplikasyonundan baka nedir ki şiir

Hastalığın içinde yıkanıp duruyoruz, buysa ölümsüzlük

Bunu sadece bu şiir anladı o da bir kadınla kurulanıyor şimdi

(Bu, yok oluşa gölge düşüren güzelliğine övgüdür, güzelim)

 

İdris Sezgin

 

*

 

BANA BİRAZ İZİN VERİN 

 

               Bir gül koklayayım izin verin de

                                          Metin Altıok

 

Birden kalkıp taşlara koştum, elimin tersinde gül izleri, kanlı ve ılık

Karanlık odalarda ezan sesleri, çözülmüş diz bağları

Ovulmuş lambalarda gaz kokusu ve irin

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek

Aç bir karabatak gibi dalıp dalıp çıkıyor bıçaklarınız sütlü etime

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, boğuluyorum

Kurtlu bir ceviz yuvarlanıyor içimde

 

Birden kalkıp sulara baktım, yüzümün rengi vardı evvelden, güzel ve diri

Biri çeksin üstümdeki dikenleri, dilimde mataller ve kan tahlilleri

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek

Kuduz bir köpeğin hırsıyla dişliyor ipi kopmuş öfkeniz etimi

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, deliriyorum

İçimde zehirli bir yılan ilerliyor

 

Birden kalkıp toprağı kazdım, ağzımın kenarı çam kolonyası, ekşi ama ferah

Daracık tabutumda dua izleri, bembeyaz bir çıplaklık

Paslı çivilerde tahta tozu ve çapak

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, çıkmam gerek

İşçi karıncalar demir bir bilye gibi eriyip damarlarıma doluyor

 

Bana biraz izin verin, beni buraya siz ittiniz, dağılıyorum

Elimin tersi gül izleri ve solucanlar oluyor

 

Devrim Horlu

 

*

 

HALA YAŞAR O KAPI

 

hatırlıyorum, çamurlara gömülerek çivilenen ayaklarımı

Aden bahçesi değildi kayıtlı köhne zaman; yağmur kayıp

gelemeyeceğim o yolun bırakılmış haline; evler titriyor!

 

geriden gelen nice üzgün, şifreli bir ırmak aşağıda şarkı

hala bilemiyorum gittiğimiz o hayal köyleri; nerdeyiz!

 

“nedir bu, nerde bir höyük” diye soruyorlar: bahçeler!.

ve kime bırakamıyorum, kimi kendime; yukarıda toprak!

 

oturduğum sedir ne de kalıcı, rüyalara hep tersten gölge

yüzümde kızarıyor bu naif ölüm; soba ne de gürül gürül

bir arkadaşım vardı o zaman, neden zaman bu zaman ki

 

vakit her vakit kendi kökünü söker, nice gömülü eşiğim

 

verilen her şeyi gömdüm onların unutulmuşuna; serinlik

ve bizi nereye koyacaklar, güzelim o tahta merdivenlere

 

geçiyoruz kıvrımlı geçişlerinden, her geçiş bir kenara eş

açılıyor eski bir ahşap kapı, olumuzda, bize mağara mı

 

hala yaşar o kapı, kadim bir sunağa sunar o soluk gidişi!

 

Oğuz Kayıran

 

*

 

GERDANINDA BOĞULAN GÜVERCİN

 

baksam anlardım

üşüyordun ellerin bir buz parçasıydı

üzgünüm tanrım ateşi avuçladım yakmayacaktı

 

sonra rüzgar yalnızlığın gözleri kadar hırçın

Süleyman’ın emrini dinlemiyordu

beni böyle savurmayacaktı

 

yüreğimi boşalttım doldurdum zannediyordum

ben affettim tüm boşlukları

çünkü benim yüreğim boşluklara sığmayacak kadardı

 

bir tufan çıktı denizlerin boyu uzuyordu

gördüm bir güvercin gerdanında boğuluyordu

oysa umutlarımız yalnızca bir gemiye sığacaktı

 

özlem önümüzde bir dağ gibi heybetliydi

bağırsam haykırsam yüzünü gösterdin

dağlar taşlar başıma yıkılmayacaktı

denizler ikiye ayrılıp bize yol açacaktı

 

Bağdat’tan gül getirdim sana

ömrü bu kadar kısa olmayacaktı

 

Muhammed Korkmaz

 

*

 

SOLUNGAÇ

 

geçti ağrımın çocukluğu

artık aramam geçmişte yenilgi

bir taraf seçmen gerek,

ya yürü ya boğul bu nehirde

sırtımda biriken nazarlar ve

arkamda beliren akrobatlar

karanlık, her şeyde sansür!

her yerim yama, ne yana dönsem nevroz

gecede iltimas ve boylu boyunca yenilgi

geldi büyüklenme merasimi, - önce okulunu bitir

böbürlü münaşakalar geldi, -askerlik ne zaman?

gözlerimi köpürten arsız mevsim

beni kendime taksim eden merasim

takıldı bir siren paranoyası, -devlete sürçülisan da nesi?

nehir berrak değil oysa

toprak şefkatli değil

ben homojen değilim…

 

ağınızda okyanusa hasretim

solungacım anne yarası

geçmişte yenilgi aramam artık

geçti çocukluğumun ağrısı

 

Yiğit Ergün

 

*

 

MAVİ ATLAR KOROSU   

 

-eşim, oğlum, kızım ve kendim için-

 

Suyun bir nefesi var Reyhan, rüzgarın elleri

dağları delerek gelmesi bundandır mavi atların

gönlüm geniş vadiler gibi inan ki sığmıyor gündüze

güllerin koynundan bakınca her şey bülbül

su nasıl da öksürüyor taşların ardından!

 

Suyun bir derdi var Emir, ormanın harfleri

çocukların hayallerini yağmurlar ıslatır en güzel

eskitir kendince bütün soru işaretlerini

 bir manolya gibi en sessiz harfleriyken hayatın

konar içimize yeni doğan gökyüzü

 

Suyun bir hevesi var Zeynep, ovanın gözleri

kızıl bir perde gibi titremesi bundandır gelinciklerin

düşüzümlerinin, incirlerin hafifçe esnemesi

ve kozanın dönüşmesi birden nihavende

her şey aynı öykünün karakteridir çünkü evrende

 

Suyun bir ateşi var bencileyin, yanmak su gibi

tenin tünellerinde sele kapıldığımız doğrudur

kıvılcımının en zayıf şeyleri süratle yok ettiği de

kalbindeki ateşle yaklaşmak zebildir başka bir kalbe

çünkü hüsn-ü aşk bir afettir en derinlerde

 

bana suyun ruhunu verin solduğum yerde!

 

Nevzat Konşer

 

*

 

HASANPAŞA HANI’NDA SEYİSLER 

 

atını şal ile bağlayan ey son seyis

dönmemek için mi çıktın handan

kapı bekçisiz açılmış ilk mahmuzla

zamanı kaçırmaya geldi dedi görenler

terkisinde uzun saçlı çağ

 

peş ölçülür gibi değil

hızdaşı yok burun buruna

boynunda mantin çarşaf

dizgin gevşedikçe itiraz etmedi

 

tigris yok ağızlı

içmem dedi kıtım bu akşam

çatlar mısın sürer misin

benden öte Mardin

 

ey atım

ırmaktır bu

gerçekten değişmem

suculsun iskitleri unut

 

erken tanıdı bel hizasını

sularda bahisli kısrak

döşü ipek ustalarının burcu

kemikleri bıçak sızısı

 

nasıl bağırırsın dideban

size yer yok handa

 

dağkapı’da seyis’in gittiği kaldı

 

Ali Taş

DİĞER YAZILAR
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİRX
ŞAİR VE YAZARLAR SAFRANBOLU’DA BULUŞTU
ŞAİR VE YAZARLAR SAFRANBOLU’DA BULUŞTU
  2 AY İÇİNDE HİZMETE GİRMESİ PLANLANIYOR
2 AY İÇİNDE HİZMETE GİRMESİ PLANLANIYOR