Sabahattin Ali'yi katledilişinin 70. ölüm yıl dönümünde özlemle anıyoruz!...
Şehirler bana bir tuzak;
İnsan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.
Sinop Kalesinden (cezaevi) cesur yürekli bir adam geçti…
Yazar, şair, öğretmen ve gazeteci Sabahattin Ali
1907 doğumlu yazar, Türk Edebiyatına birçok önemli öykü, roman ve şiir kazandıran Ali eserleriyle Anadolu insanına toplumcu bakış açısıyla yaklaşmış; onların sorunlarını, acılarını, üzüntülerini dile getirmiştir. Toplumcu düşüncelerinden dolayı mahpus damlarında yatmıştır.
Sabahattin Ali’nin Hapishane Şarkısı şiiri ve Sinop Cezaevi
Sinop Kalesi, “büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahküm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.” Evliya Çelebi
Sabahattin Âli, 26 Aralık 1932 – 29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldı.
Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşan yazar, Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldığı süre içerisinde Hapishane – 5 isimli şiirini kaleme aldı. Bu şiir daha sonra Edip Akbayram tarafından şarkı olarak seslendirilmiştir. Sabahattin Ali?nin unutulmaz şiirini yazdığı, şimdi müzeye dönüştürülen hücresi turistlerin en ilgisini çeken yer. Şair, kapatıldığı hücrede kalenin surlarına çarpan deli Karadeniz’in dalgaları eşliğinde ve içinde sevdiklerine, memleketine ve en çok da özgürlüğe duyduğu hasretle dünyaya getiriyor şiirinin ilk satırlarını.
HAPİSHANE ŞARKISI
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Ben Gene Sana Vurgunum
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
Dağları aşınca başım
Geri kaldı her yoldaşım
Gel sevgilim gel kardeşim
Ben gene sana vurgunum
Gönlüm seninkine yardı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum
İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum
LEYLİM LEY
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni, kır beni
Götür tozlarımı buradan uzağa
Yarın çıplak ayağına sür beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil, yüreğine sor beni
Sabahattin Ali’yi kim öldürdü?
Derin devlet mi?
Hüseyin Özalp’ın 26 Nisan 2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi kitap ekinde konu ile ilgili yazısını kısaca özetledim.
Ajanlar, Söylentiler
Sabahattin Ali'nin öldürülmesi olayını üstlenen eski Astsubay Ali Ertekin, MİT’e çalıştığını itiraf ediyor. Milli Emniyet'in kendisinin ifadesini aldıktan sonra serbest bıraktığını belirtiyor. Kendisine görev verildiğini ve Sultanahmet Cezaevi'nde yatan solcularla ahbaplık kurması için hapishaneye sokulduğunu belirtiyor.
Kitapta bazı solcu yazarlar tarafından polis ajanı olmakla suçlanan Sabahattin Ali'nin yakın dostu Avukat Mehmet Ali Cimcoz ise kendisine Tekirdağ Savcısı'nın anlattığı olayı aktarıyor. Savcının anlattıklarına göre, Ali Ertekin'i cinayete istihbaratçılar azmettiriyor. Cimcoz'un bu konudaki iddiaları şöyle:
Ali Ertekin MİT'e gidip demiş ki:
Ben Sabahattin Ali'yi kaçıracağım. Kaçmak istiyormuş. "Aman" demişler, "Sabahattin Ali'yi temizle yolda. Böyle haini vatandır, şöyle haini vatandır, mutlaka temizle" savcı anlatıyor bunları. Ondan sonra, şoförün dediği gibi, Edirnekapı'dan Ali Ertekin'i almışlar kamyona. Çatalca'da mı, Çorlu'da mı ikisi inmiş. Beraber gidiyorlarmış. Tam sınıra yaklaştıkları sırada dinlenmek için, mola için bir yere oturmuşlar. Sabahattin kitap okumaya başlamış. O da kafasına güm diye vurup öldürmüş. Öldürdükten sonra da MİT'in kendisine vermiş olduğu görevin yerine getirildiğinin ispatı için, İstanbul Savcısı'nın bize gösterdiği çantasının içine Sabahattin'in hüviyetini belgeleyecek dişlerini, gözlüğünü vesairesini doldurmuş ve bunu alıp Çengelköy'de mi bir yere, yani oturduğu evin bahçesine gömmüş. MİT de sormamış buna "Tevsik et öldürdün mü, öldürmedin mi?" diye. Ceset bulunmuş, bu sefer polis tahkikata başlamış MİT'ten habersiz. İzi süre süre, Ali Ertekin'e gelmişler ve enselemişler. Ali Ertekin enselenince, "Ben öldürdüm" demiş. Ali Ertekin de Emniyet Birinci Şube ile Mit'i ayıramıyor. "Bunların ikisi de aynı teşkilattır" diye düşünüyor ve "Ben öldürdüm Sabahattin Ali'yi" diyor. "Yalan söylüyorsun ispat et" demişler. Bunun üzerine gidip bahçesine gömdüğü çantayı çıkarmış, içindekileri göstermiş. "Ha öyle mi, gel bakalım efendi" deyip, atmışlar içeri. Ali Ertekin tevkif edilince MİT ayaklanmış, 'Eyvah rezalet meydana çıkacak' diye. Adliyeye müracaat etmiş, "Aman bu durum açıklanmasın."
Sabahattin Ali'nin bir komploya kurban gittiği kuşkusuz bir gerçek
Kitapta, Sabahattin Ali'yi yakından tanıyanların büyük bölümü, Cimcoz ailesinin istihbaratla bağlantılı olduğunu ve yazarın ölümünde rol oynadıklarını ileri sürüyor. Ayrıca bu dönemde Sabahattin Ali ve solcuların içlerinde bulunan birçok kişinin ajan olduğu iddiası ortaya atılıyor. Müzehher Vâ-Nû, ölümünden kısa süre önce Sabahattin Ali'nin endişelerini dile getirdiğini anlatıyor:
"Fenerbahçe'ye doğru yürüdük. O zaman bazı şeyler açıkladı: 'Ateşle oynuyorum ben' dedi. 'Neden yapıyorsun, Sabahattin?' dedik. Adalet Cimcoz'la Mehmet Ali Cimcoz'un Milli Emniyet'le ilişkileri olduğuna kanaat getirmiş gibiydi. "Ama onların evinde kendimi emniyette hissediyorum" diye tamamlıyordu. "Biliyorum Milli Emniyet'le ilişkileri olduğunu. Ama benden öğrenecekleri hiçbir şey yok. Bildiğiniz gibi ben, her şeyi açıklıkla ortada olan bir insanım. Gizlim kapaklım yok. Onların evinde ve onların yanında hem kendimi emniyette hissediyorum, hem de korku denen şeyden uzak kalıyorum."
Tuzaklar hazırlanmış, Ali Ertekin'e düşen kendisine ezberletilenleri mahkemede yinelemek oluyor. Ertekin, milli hizlerine kapılarak Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü anlatıyor. Emniyet'in ve MİT'in bu konuya dahli olmadığını söylüyor, ancak yine anlattıklarıyla kendini tekzip ediyor. Ali Ertekin'in ağzından bir cümle aktaralım: "Ben onu öldürdüğümü ispat etmek için, bir kat elbisesini alıp geldim. Hangi katil işlediği cinayeti ispat etme kaygısı taşır. Tam tersine katilin doğasında delilleri tümüyle yok etme eğilimi vardır. Cinayet ancak bir başkasının talimatıyla işlendiyse katil öldürüldüğünü ispat etme ihtiyacı duyar. Ali Ertekin, Kemal Bayram'a, cinayetin ardından kendisine vezife verildiğini anlatıyor: Sonradan Milli Emniyet'e aksetti, Milli Emniyet'ten şey ettiler bana. Milli Emniyet'ten şey edince de, vardı o zamanın komünistleri Sultanahmet'te, içerde. Yakaladılar beni. Hasan mi söyledi, kim söyledi? Ondan sonra ben Milli Emniyet'te ifade verdim. Beni ordan serbest bıraktılar. Fakat "Her gün bize bir defa geleceksin, bilmem şey edeceksin" filan. Sonra bana Milli Emniyet'te vazife verdiler.
-Ne vazifesi verdiler?
-Sultanahmet'te yatan komünistler vardı. "Onlara gideceksin, onlarla ahbap olacaksın. Onlarla birlik olacaksın. Onlardan işte..."
-Hapishanenin içine mi giriyorsunuz?
Kaçış ve cinayet
Sabahattin Ali'nin kaçacağını haber verdiği yakın arkadaşı Rasih Nuri İleri,
Sabahattin Ali'nin kendisini ve diğer arkadaşlarını ele vermesi için işkence gördüğünü savunuyor. İleri, Sabahattin Ali'nin konuşmadığı ve arkadaşlarını ele vermediği için işkencede öldüğünü ileri sürüyor. Çünkü cinayetin işleniş şekli nasıl olursa olsun, Sabahattin Ali'nin bir komploya kurban gittiği kuşkusuz. Birkaç istisna dışında yakın dostları ve dönemin aydınları bu düşünceyi paylaşıyorlar
Sabahattin Ali'nin başyapıtı Kürk Mantolu Madonna hakkında bilinmesi gereken 10 şey
Bugün, Türk yazar ve şair Sabahattin Ali'nin 70'inci ölüm yıldönümü. 25 Şubat 1907'den doğan ve 2 Nisan 1948'de faili meçhul cinayete kurban giden Sabahattin Ali, Türk edebiyatının efsaneleşen isimlerinden biri oldu. İşte Sabahattin Ali'nin unutulmaz eseri, Türk edebiyatının başyapıtlarından biri olan "Kürk Mantolu Madonna" hakkında bilinmesi gereken 10 şey...
- 1
ASKERDE YAZDI
Kürk Mantolu Madonna romanında Maria Puder ve Raif Efendi'nin aşkını anlatan Sabahattin Ali, askerdeyken, kolu çatlak halde yazdı. Ali'nin kitabı yazarken yaşadığı acıyı giderebilmek için kolunu sık sık sıcak suya soktuğu biliniyor. Deyim yerindeyse Kürk Mantolu Madonna, Ali'nin dizinin üstünde yazdığı bir kitap.
- 2
ÖNCE GAZETEDE YAYIMLANDI
Raif Efendi'nin içsel yolculuğunu aşk ile sarıp sarmalayarak okuyucuya sunan roman, ilk olarak 1940 yılında Hakikat gazetesinde “Büyük Hikaye” başlığı altında 48 bölüm olarak yayımlandı, sonra 1943 yılında Remzi Kitabevi tarafından basıldı.
- 3
ALİ’NİN CÜMLELERİYLE ROMANIN ANA FİKRİ
Sabahattin Ali, romanın ana fikrini, ”Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?” sözleriyle açıkladı.
- 4
PENGUIN TARAFINDAN İNGİLİZCEYE ÇEVRİLDİ
‘Kürk Mantolu Madonna’, 2016 yılı başında İngiliz yayıncı Penguin’in "Modern Klasikler" serisi arasında yer aldı. Penguin Yayınevi'nin Modern Klasikler Serisi kapsamında Maureen Freely ve Alexander Dawe tarafından geçtiğimiz mayıs ayında çevrilen ‘Kürk Mantolu Madonna', 73 yıl sonra ilk kez İngilizceye çevrilmiş oldu.
- 5
7 DİLDE BASILDI, 4 DİLDE DAHA BASILACAK
‘Kürk Mantolu Madonna’nın ONK Ajans aracılığıyla bugüne dek İngilizce (Madonna in a Fur Coat), Almanca (Dörlemann), Fransızca (Le Serpent a Plumes), Rusça (Ad Marginem Press), Hırvatça (Hena Com), Arapça (Sphinx) ve Arnavutça (Shkupi) yayımlandı; İspanyolca (Salamandra), İtalyanca (Scritturapura), Hollandaca (Verlag Van Gennep) ve Gürcüce (Ustari) baskıları da yayına hazırlanıyor.
- 6
TABLODAN İLHAMLA YAZDI
Romanda, 20'li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisini ziyaret eden Raif Efendi, galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Madonna'nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini fark etmez. Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Bir tablodan başlayan aşkı anlatan roman için Sabahattin Ali’nin Andrea Del Sarto imzalı "Madonna delle Arpie" tablosundan ilham aldığı biliniyor.
- 7
BİNLERCE BASKI, BİNLERCE SATIŞ
1983’ten bu yana Yapı Kredi Yayınları’nın bastığı ‘Kürk Mantolu Madonna’, yayınevine geçtiği günden bu yana on binlerce sattı. Hala popülerliğini koruyan Türk edebiyatının başyapıtı, ayda ortalama 10-15 bin arasında satmaya devam ediyor.
- 8
ÖĞRETMENLER TAVSİYE EDİYOR
Sabahattin Ali'nin kızı müzikolog Filiz Ali, ‘Kürk Mantolu Madonna'nın bu kadar ilgi görmesini ve en çok satanlar listesinde yer almasını "Kitap genç insanların duygularına hitap ediyor. Edebiyat öğretmenleri, hala öğrencilerine bu kitabı tavsiye ediyor ve gençler duygularını aktardığı için kitabı severek okuyor" sözleriyle özetliyor.
- 9
ŞARKILARDA SABAHATTİN ALİ
Usta edebiyatçının şiirleri birçok sanatçı tarafından bestelenip şarkı sözü haline getirildi. Ali’nin bestelenmiş şiirlerinin bazıları şöyle: Aldırma Gönül (Edip Akbayram), Leyim Ley (Zülfü Livaneli), Çocuklar Gibi (Sezen Aksu), Ben Gene Sana Vurgunum (Nükhet Duru).
- 10
İLK ELEŞTİRİ NAZIM HİKMET’TEN
Kitap 1943 yılında basıldıktan sonra ilk eleştiri Nazım Hikmet’ten geldi. Nazım, Mayıs 1943’te Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektupta Kürk Mantolu Madonna hakkında şunları yazdı:
“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkan boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikaye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.”