1919 –2019 DOĞUM GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün; karanlıktan aydınlığa çıktığımız günün başlangıcıdır. Emperyalist işgalcilere karşı isyan ateşinin yakıldığı gündür.
Osmanlı İmparatorluğu on cephede dört yıl süren savaştan yenik çıkınca 30 Ekim 1918’de kayıtsız şartsız teslim antlaşması olan Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamıştır. Ülke dört bir yandan işgal altındadır. İşgal güçleri padişah ve hükümetini aşağılayıcı bir biçimde kontrol altına almışlardır.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal genel durumu Nutuk’ta değerlendiriyor.
‘’Yabancı saldırganlar ve padişah Vahdettin: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu devletler (Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan) Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalamış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu (bu) Genel Savaş’a sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, ülkeden kaçmışlar. Padişahlık ve Halifelik makamında bulunan Vahdettin, soysuzlaşmış, yalnız kendisini ve tahtını güvenceye bağlayabilmek düşü arkasında, alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başbakanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız Padişah’ın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Ordunun silah ve cephanesi alınmış ve alınmakta…
İngiltere, Fransa, İtalya Ateşkes Antlaşması koşullarına uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar; Urfa, Maraş Antep’e İngilizler girmişler. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la, Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel adamları çalışmakta. En sonunda – konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce- İtilaf devletlerinin onamasıyla Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarılıyor’’……………….
Mustafa Kemal Nutuk’da şöyle devam ediyor. ‘’İngiliz Hükümeti aracılığı ile İngiltere’nin desteğini sağlamakta arayanlar bu derneğe (İngiliz Dostluk Derneği) girdiler. Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve Yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, İçişleri Bakanı olan Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu.’’
Mustafa Kemal İngiltere’nin koruyuculuğuna ya da Amerika’nın güdümüne girmek isteyenlere karşı şunları söyledi. ‘’ Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız bir Türk devleti kurmak. İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.’’………
‘’ ÖYLEYSE YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM’’…..
‘’Bu kaçınılmaz tarih sürecini, geleneksel alışkanlığıyla, hemen sezinleyen padişah soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. ‘’
Şimdi anlaşıldı mı? Padişah Vahdettin’e neden vatan haini dediğimiz…
Atatürk bir konuşmasında ‘’Ben 19 Mayıs da doğdum.’ Demiştir.
Padişah Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a bir ‘’Kurtuluş Savaşı’’ yapmak üzere gönderdiği yalanı:
Atatürk'ün,19 Mayıs 1919'da, üstelik İngilizlerin zoruyla Samsun'a nasıl gönderildiğini, Sultan Vahdettin'in onayıyla görevinden nasıl azledildiğini, tüm yetkilerinin elinden nasıl alındığını ve sonrasını, Tarihçi Orhan Çekiç Hoca aşağıdaki makalesinde anlatıyor.
‘’95 yıl önce dün, 23 Haziran 1919'da Osmanlı Hükümeti alelacele toplanmış ve aldığı kararla da Mustafa Kemal Paşa'yı 3. Ordu Müfettişliği görevinden azletmişti. Yani, güya bir "Kurtuluş Savaşı" yapsın diye Samsun'a Sultan Vahdettin tarafından gönderildiği iddia edilen Mustafa Kemal Paşa, elbette gene Sultan Vahdettin'in onayıyla ve sadece bir ay içinde bu görevden azlediliyor, kendisine verilen tüm yetkiler de elinden alınıyordu.
Saray ve Hükümet neden korkmuştu ki?
Mustafa Kemal'in daha Samsun'a çıktıktan bir ay gibi kısa süre içinde yaptığı temaslar ve açıklamalar İstanbul'da öylesine bir panik yaratmıştı ki, bu panik Saray'ın tutuşmasına da, hükümetin karışmasına, hatta düşmesine de yetmişti! Öyleyse neyin kurtuluşundan, savaşından, planlardan, ondan bundan bahsediyoruz ki ? Madem zaten Saray'da " iki kişi kafa kafaya vererek" bu kurtuluş planını birlikte yapmışlar, Mustafa Kemal Paşa da bu planı gerçekleştirmek üzere Samsun'a çıkmıştı da, hükümet ve aynı saray şimdi Paşa'nın neyinden şikâyet ediyorlardı?
Gözleri ve kulakları yanı sıra vicdanları da kapalı Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları, bu soruyu da duymaz, yanıtını da veremez. Çünkü bu yanıt, onların, "...Sultan Vahdettin en güvendiği ve yakınında tuttuğu Mustafa Kemal Paşa'yı, bir Kurtuluş Savaşı başlatsın diye Samsun'a gönderdi..." yalanını ve kurgusunu tümden ve kökünden yok eder...
O zaman onların veremediği, buna yüreklerinin yetmediği yanıtı, tamamen Osmanlı arşivlerine dayanarak, gene biz verelim:
1-Osmanlı Devleti, koşulları son derecede ağır olan Mondros Ateşkes Antlaşması'nı 30 Ekim 1918 tarihinde imzalayarak, teslim olmuştur. Bu ateşkesin en kritik olan 1.nci maddesiyle İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve istihkâmları düşmana açılmış ve işgal edilmiştir. 5.nci madde uyarınca tüm ordular, cephaneleriyle birlikte düşmana teslim edilmiştir. 7.nci maddesiyle de düşmanın, "kendi güvenliğini tehlikede gördüğü her yeri işgal edebileceği" kabul edilmiştir.
2-İşte bu kritik maddeyle de ülke, Güneydoğu, Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgeleri olarak fiilen işgal edilmeye başlanmıştır. Yalnız Karadeniz Bölgesi henüz işgal dışıdır. Orasının da işgal edilebilmesi, yani 7.nci maddenin işletilebilmesi için, düşmanın "güvenliğini tehlikede gördüğü bir bahane" yaratması gereklidir.
3-Çok geçmeden ve zamanının geldiğine karar verilince bu bahane bulunur ve İngilizler 21 Nisan 1919 günü Hükümete bir nota vererek, Samsun ve çevresinde Türk köylerinin Rum ve Ermeni köylerini basarak yağma ve katliam yaptıklarını, böylece düzeni bozduklarını, bunun kendilerinin güvenliğini tehlikeye düşürdüğünü, ya buna engel olunmasını, aksi halde kendilerinin Samsun'a çıkıp düzeni sağlayacaklarını bildirdiler.
Bu nota içeriğinin tamamen yalan olduğunu, işgale bir bahane arandığını Saray da, Hükümet de anlamıştı. Bu oyunu bozabilecek ve hem sivil kesim, hem de ordu üzerinde derhal otoritesini kurabilecek en uygun aday Mustafa Kemal Paşa idi. Üstelik İstanbul'daki varlığı zaman zaman tehlike oluşturuyor, verdiği demeçler İngilizlerin hoşuna gitmiyordu. Bu da hükümetin üzerinde baskı demekti. İşte bu nedenlerle Samsun'a M. Kemal Paşa seçildi ve gönderildi.
En fazla 3 ay içinde dönmek üzere...18 kişilik bir karargâhla... 3000 lira tahsisat ile. Cebinde İngilizlerin verdiği "OLUR" yazısıyla...23 er ve erbaş ile...10 at ve 2 otomobil ile...Savaşa değil, "3.ncü Ordu Müfettişi" sıfatıyla bölgeyi teftişe gönderildi.
Samsun'a çıktı ve 3 gün içinde her şeyi aydınlığa kavuşturdu. Hükümete gönderdiği 3 ayrı raporda, olayların anlatıldığı gibi olmadığını kanıtladı. Böylece İngilizlerin bölgeyi işgal bahanesi ve tehlikesi ortadan kalkmıştı. O halde dönmesi gerekiyordu, döneceğim dedi ama dönmedi.
25 Mayıs günü Harbiye Bakanlığı'na gönderdiği bir telgrafta, "...bir eşkıya olayını takip için, karargâhımla birlikte Havza'ya intikal ediyorum..." diye yazdı. Bu doğru değildi. Havza Kaymakamı Fahri Bey'e gönderdiği telgrafta ise, "...romatizmalarım tuttu, termal sulardan istifade etmek için Havza'ya geliyorum."diyordu. Bu da doğru değildi. Doğrusu, Samsun'da yapacak işi kalmamıştı. Yunan zırhlısı Averof, hergün İstanbul-Samsun arasında devriye geziyordu. Hazır, Anadolu'ya geçmişti. Kafasındaki gerçek planı hükümet ve işgalciler tarafından anlaşılıncaya kadar, hızla dağlara ve Doğu'ya doğru çekilmeliydi... Önünde sonunda gerilla yapacaktı. Öyle de yaptı. Biz ona " kuvva-i milliye" dedik.
Yol üstü soluklandığı Kavak'ta ilk kez Nahiye Müdürlüğü binasında halka direnmekten söz etti. Havza'da ise halkı ertesi günü topladı ve yakın tehlikeyi anlattı. "Son bir cüret belki bizi kurtarabilir..."diyordu Havzalılara. Bu sözler hemen o gün Ermeni papazı tarafından İstanbul'daki işgalcilere duyuruldu.
Onlar da Hükümetin kapısını çaldılar. Öyle ya, verilen görev neydi, bu adam ne yapıyordu? Hükümet buna bir "mim" koydu.
Ardından Türkiye'nin dört bir tarafında pıtırak gibi, İzmir'in haksız işgalini protesto mitingleri başlamıştı. Bunları yönlendirenin kendisi olduğu anlaşılmıştı. 30 Mayıs günü Yürgeç Paşazade Mustafa Bey Mescidi'nde İzmir şehitleri için bir mevlit okutunca ve ardından da bir konuşma yapınca gene dikkatleri üstüne topladı. İşgalcilerin mitinglere tepkileri ağır oldu. Bekirağa Bölüğü'nde tutulmakta olan 67 Türk devlet adamı, yazar, çizer Malta'ya sürüldü. Hükümetten de "mitingleri durdurması" emrini aldı. 4 Haziran'da verdiği yanıt çok sertti. Özetle, "İzmir'in haksız işgalini protesto eden bu halkın haklı çığlığına engel olabilecek ne bir hükümet tanırım, ne de komutan!..." diyordu. Oysa düzeni sağlamak için gönderilmişti, düzeni sağlaması emrediliyordu, "yapamam" diye yanıt veriyordu. Aynı gün, Diyarbakır'dan gelip Samsun'a gidecek olan ve işgalcilere teslim edilecek silahları taşıyan hayvan kervanına el koydu, silahların sevkini durdurdu, silahları evlere zimmetledi.
Hükümet elbette buna da bir mim koydu.
Aradan dört gün geçmişti. 8 Haziran günü Hükümetin talimatıyla Harbiye Bakanı Şevket Turgut Paşa, M. Kemal Paşa'ya, " Emrinizdeki İstimbotla (buharlı bot) İstanbul'a avdetiniz rica olunur."yollu bir talimat gönderdi.
Anadolu'daki birliklerle temas kurmaya çalışan Paşa'nın zamana ihtiyacı vardı. Telgrafı 11 Haziran'da almış gibi yaptı ve o gün verdiği yanıtta, "...emrimdeki istimbotların kömürü yok. Kömür tedarik ettiğimde döneceğim tabiidir..." diyordu. Oysa karadan Amasya'ya doğru yola çıkmıştı bile ve 12 Haziran'da Amasya'daydı. Bu durum İstanbul'da duyulunca, Saray'ın tam ortasına bir bomba düşmüş gibi oldu. Niyeti anlaşılmıştı.
Hükümetin mim falan koymasına gerek kalmadı, ipler koptu.
Amasyalılar O'nu Gezilik denen bir yerde ve coşkuyla karşıladılar. Sonra Belediye'ye gidildi, balkondan halka seslendi, olanı biteni, padişahı, İstanbul'u, işgalleri anlattı. Arkasından Saraydüzü kışlasına gidildi. Söyledikleri İstanbul Hükümeti'nin artık iradesine sahip olmadığı, Sultan Vahdettin'in ise düşman elinde esir olduğu, milletin kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğuydu. Amasyalılar onu bağırlarına bastılar. Amasya'nın ünlü din adamlarından Abdurrahman Kâmil Efendi, Sultan Beyazıt Camiinde şöyle konuşuyordu:
"Ey ahali!
Milletin istiklâli tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak için icap ederse, vatanın son ferdine kadar ölmeyi göze almak gerekir. Artık padişah olsun, ünvanı ne olursa olsun, onun bir hikmeti kalmamıştır. Yegâne kurtuluş çaresi, halkın hakimiyeti doğrudan doğruya ele almasıdır."
Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi de kurulan Müdafaai Hukuk Derneği'nin başına geçmişti. Böylece bu dernekler arasında dayanışma telgrafları dolaşmaya başladı. Çoban ateşleri dört bir yanı sarmıştı. Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey bu durumu tehlikeli görmüş ve PTT Genel Müdürü Refik Halit Karay'a 16 Haziran günü itibariyle bu tür telgrafların, parası ödense dahi PTT'lerce kabul edilip çekilmemesini tamim ettirmişti. Aksine davrananlar cezalandırılacaklardı.
Ali Kemal Bey iki gün sonra, 18 Haziran'da yeniden bir genelge yayınlattı ve Müdafaai Hukuk Derneklerinin kurulmalarını ve bir direnişe hazırlanıyor olmalarını tehlikeli gördüğünü, Osmanlı Devleti'nin hiçbir direnişe takati olmadığını, bu çırpınışların ülke için daha büyük zarar vereceğini bu genelgede ilan etti. Mustafa Kemal Paşa ne diyorsa, Ali Kemal aksini savunuyordu.
Mustafa Kemal, Ali Kemal'in 16 Haziran günkü ve " PTT'lerin Kuvayi Milliye telgraflarını kabul etmemelerine" yönelik genelgesine 20 Haziran'da Amasya'dan sert bir yanıt vermişti. Bu yanıtında, "zerre kadar vicdanı olan hiçbir PTT memurunun Ali Kemal'in emrini yerine getirmeyeceğini, böyle bir namussuzluğa cesaret eden çıkarsa, derhal Harp Divanına verilmesi için Kolordu komutanlarına emir verdiğini" açıkça ilan ediyordu. Bu genelge Saray'a da gönderilmişti. İpler iyice geriliyordu.
Ali Kemal, Mustafa Kemal'in 20 Haziran tarihli bu genelgesinden aynı gün haberdar oldu ve meseleyi bu kez Vekiller Heyeti'ne (Bakanlar Kurulu) getirdi. Ona göre Mustafa Kemal'in bu genelgesi hükümete müdahale demekti. Hükümet, Dahiliye Vekili aracılığıyla, Müdafaai Hukuk derneklerinin kurulmalarının ve haberleşip örgütlenmelerinin yasak edilmesini, verilen telgrafların çekilmemesini isterken, Mustafa Kemal, "...böyle bir telgrafı çekmeyi kabul etmeyecek bir memur çıkarsa, asarım..." demeye getiriyordu. Bu, hükümete müdahale değil de neydi?
Mustafa Kemal Paşa bununla da kalmadı, hükümetin bu emri geri çektiğini ilan etmesine kadar İstanbul ile tüm iletişimin kesilmesini tüm valiliklere ve komutanlıklara emretti. Kriz iyice büyümüştü. Sonunda Hükümet Mustafa Kemal Paşa'nın görevinden azledilmesine, kendisine verilen tüm yetkilerin geri alınmasına, yerine de eski Bahriye Nazırı Hurşit Paşa'nın getirilmesine karar verdi. Tarih 20 Haziran 1919.
Mustafa Kemal Paşa'nın bu gelişmeden henüz haberi yoktu. Yani Mustafa Kemal Paşa, Amasya Genelgesi'nin ilanından önce görevinden alınmış, daha da doğrusu kovulmuştu. Azil o demekti. Peki hani nerede kalmıştı Kurtuluş Savaşı yapmak için Samsun'a gönderilmişliği? Gerçekten böyle bir savaşı vermekle görevlendirilen bir komutan elbette teşkilatlanacak, yerel güçlerden yararlanacaktı. Mustafa Kemal'in de yaptığı tamamen buydu. Öyleyse neden engelleniyor, sonra da görevinden alınıyordu? Çünkü kendisinden kimse böyle bir hizmet beklemiyordu. Verilen görevi başarıyla yapmıştı, "Kömür bulunca yola çıkacağım..." dediği 11 Haziran'dan beri de Hükümet onun İstanbul'a dönmesini bekliyordu, hepsi o kadar.
İstanbul'da bütün bunlar olup biterken de 21 Haziran'ı 22 Haziran'a bağlayan gece yarısı, Mustafa Kemal Paşa, kaleme aldığı Amasya Genelgesi'ni Saraydüzü Kışlası'nda arkadaşlarına okuyordu:
*Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
*İstanbul Hükümeti olayların aymazlığı içinde, sadece seyretmektedir.
*Bu durum, bu milleti "yok" saymaktır.
*O halde bu durumdan bu milleti, gene bu milletin azim ve kararı kurtaracaktır...
Genelge bu şekilde ve dili giderek sertleşerek akıp gidiyordu.
Amasya Genelgesi olarak Cumhuriyet tarihimizdeki önemli yerini alacak olan bu genelge, 22 Haziran günü İstanbul'da, Dolmabahçe Sarayı'nda da, Harbiye Bakanlığı'nda da, İşgal Kuvvetleri Karargâhı'nda da, özellikle Londra'da da bir bomba gibi patlayacaktı.
Amasya Genelgesi'nin maddeleri ortaya çıkınca, Rauf Bey bile imzalamak konusunda tereddüt geçirmiş, "...Benim hiçbir resmî sıfatım ve görevim yok Kemal. Ben sadece burada bir misafirim, imzalamasam..." demiş, Mustafa Kemal gülerek, "İmzala Rauf, imzala. Tarihi bir olaya tanıklık etmiş olursun!" demişti. Albay Refet Bele de imzalamaktan çekinmiş, sonunda sadece isimlerinin baş harflerini koymuş, yani parafını atmıştı. Zira genelgenin şakaya gelir tarafı yoktu, tam bir ihtilal bildirgesi gibiydi.
Vekiller Heyeti "azil" kararını alınca Ali Kemal vakit geçirmeden bu kararı tüm valilik, komutanlık ve resmi kurumlara duyurdu ve bundan böyle, yetkileri alınan M. Kemal Paşanın emirlerini yerine getirenlerin de derhal cezalandırılacaklarını tamim etti.
23 Haziran 1919 tarihi itibariyle artık Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da "asi bir komutan" durumuna sokulmuştu. Günümüzde, " Samsun'a Padişah tarafından bir Kurtuluş Savaşı yapmak için gönderildiği" iddia edilen Mustafa Kemal Paşa, aslında sadece bir ay kadar sonra, işte böylesi rezil bir konuma düşürülmüştü ve hakkında, hem de Hükümet çevrelerinde böylesi ileri geri konuşmalar yapılır olmuştu.’’
19 Mayıs 1919, Türk milletinin, ulusal önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde önce Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak Kurtuluş’a, sonra Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarak bağımsızlığa ve daha sonra da toplumun her alanında yapılan devrimlerle çağdaş hayata uzanan zaferler ve başarılarla dolu uzun, kurtuluş yolunun başlangıcı; ulus olarak özgürlüğe, bağımsızlığa, her türlü yenilik ve gelişmeye ilk adımı attığımız gündür 19 Mayıs 1919…
Atatürk'ün Gençliğe Seslenişi:
Ey Türk gençliği! Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel senin en değerli hazinendir. Gelecekte bile, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar, çok elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi eylemli olarak ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha tehlikeli olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar duyarsızlık, sapkınlık ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi istekleriyle birleştirebilirler. Ulus fakirlik ve çaresizlik içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve şartlar içinde bile görevin Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Gereksinim duyduğun güç damarlarındaki asil kanda bulunmaktadır!
Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
Kaynak: Söylev