Her 24 Kasım da içim acır.
Karanlık gecenin ardından gülmek, bize haram oldu. Tarih, 12 Eylül 1980 Evde, yolda, köyde on on, yüz yüz, bin bin toplandı insanlar…
Binlerce ölüm, sayısız işkenceler…
Amerika / CIA destekli askeri faşist darbe TÖB-DER’i kapatarak yöneticilerini ve pek çok üyesini tutuklamasının yanı sıra öğretmenlere dernek kurma yasağı getirilmiş, böylece eğitim emekçileri örgütsüz bırakılmıştır.
Görev tamamlandı!
1981 yılında da hiçbir şey yokmuş gibi, “çok değer verdikleri” öğretmenlere bir gün armağan etme gereği hissetti darbeciler!
İtaat eden, sorgulamayan, mesleki örgütü olmayan öğretmen profili için çok emek sarf ettiler.
Bugün gelinen noktada da görüldüğü gibi “tembel, yan gelip yatıyor, başarısız” denen, maaşına dişe dokunur bir zam yapılmayan, , siyasiler tarafından her gün azarlanan öğretmen profiline nihayet erişildi.
“Yapalım da Nasıl Yapalım?”
Yıllar sonra birileri yaşanan acıları yazar, “Neden dünyada 5 Ekim’de bizde 24 Kasım?” diye sorar diye kılıfı da hazırladı darbeciler. “Kusura bakmayın, sizi katlettik, kaybettik, alın bu da bizden size bir özür olsun” diyemeyeceklerdi elbet.
Sorana: “Mustafa Kemal Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul ettiği gündür” dediler.
.
Millet Mektepleri, Türkiye'de 1 Kasım 1928'de yeni harflerin kabulünden sonra halkı okur-yazar kılmak amacıyla gerçekleşen eğitim seferberliği için kurulmuş dört ay süreli eğitim veren halk eğitimi kurumlarıdır.
Bu can sıkıcı konudan biraz uzaklaşıp, yaşanmış bir olayın öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim.
10 YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
KÖYDEN ON YUMURTAYLA ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME CUMHURİYET DENİR.
Daha ilkokuldayım. Evde telefon çaldı. Koştum, açtım. Babamın okul arkadaşı Kerim amca. O da babam gibi öğretmen. Çocukluğumuzun öğretmenleri işte… İki söz arasında hemen birkaç soru, her fırsatta öğretmenliği yaşıyor ve yapıyor. Telefonda hemen sınav başlıyordu...
-Zafer, İstiklâl Marşımızı kim bestelemiştir?
- Zafer, Konya’nın plakası kaç?
Hepsini yanıtlıyorum.
Yine bir gün soru silsilesinin ardından, o zaman bana çok garip gelen bir soru geldi:
-Zafer, ON YUMURTA KAÇ ÖĞRETMEN EDER?
Şaşırıyorum.
- O nasıl soru Kerim Amca?
Kerim Amca telefonda uzun uzun gülüyor. “Bak,” diyor. “Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra da babana sor. O sana yanıtını verir.”
Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesi bitince, babama soruyorum:
- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaç öğretmen eder?
Babam da gülmeye başlıyor.
Ardından, gülerek başlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıyla yıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:
Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinin yaklaşık yirmi kilometre güneyinde yan yana iki orman köyü vardır. Boşnakköy ve Armutlu.
Her iki köyde de hayat zor, insanları yoksuldur.
1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki köyün en çalışkan iki öğrencisi Ali ve Kerim, birkaç yıl içinde öğretmen okullarına dönüşecek olan Köy Enstitüsü sınavına katılmak için ilçe merkezine yola çıkarlar. Tabii yürüyerek.
Ali’nin elinde küçük bir sepet ve sepetin içinde on tane yumurta var. Evde para olmadığından, annesi ilçede satıp, sınav için lâzım olacak kalem, silgi gibi ihtiyaçları alması için bu on yumurtayı, biraz kendi evinden, biraz da komşulardan toplayarak Ali’ye vermiş.
Kerim’in ailesi daha da fakir olduğundan, Kerim’de o da yok.
Yaklaşık yirmi kilometre yolu yürüyerek ilçe merkezine ulaşıp, hemen bir bakkala giriyor ve on yumurtayı satarak bir kalem ve bir silgi alıyorlar.
Kalemi de, silgiyi de ikiye bölerek paylaşıyor ve sınava giriyorlar.
İkisi de başarmıştır.
BİR TÜRKİYE EFSANESİ KÖY ENSTİTÜLERİ
Ancak bilmedikleri bir şey var.
Sınav iki gün.
Bu iki küçük köylü çocuk, sınava girip akşama köylerine dönmeyi düşünürken, şimdi Hükümet Konağı'nın önünde, neredeyse ağlamaklı geceyi nerede geçireceklerini bilmeden, bir aşağı, bir yukarı yürümekte…
Cadde üzerindeki evlerden birinde, bu iki köylü çocuğa merakla bakan bir kadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onları doyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları o gece misafir ederler.
İkinci gün de sınav başarılıdır.
Birkaç ay sonra Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsüne kayıt ve ardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkın öğretmenlik yaşamı…
İşte 10 yumurtanın 2 öğretmen ettiğini bu hikayeden öğrenmiştim..
Babam, öykünün sonunu şöyle bağladı:
BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTAYLA ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN, SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTA CUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİ YÖNETİME CUMHURİYET DENİR.
( Gerçek bir yaşam öyküsünden alıntı)
1940’lı yıllara damgasını vuran ve sonrasında bir ülkenin bakış açısını ve eğitim anlayışını değiştiren Köy Enstitüleri maalesef siyasetin kurbanı oldu ve kapatıldı. Köy çocuklarını eğitip üretken hale getiren ve günümüz üniversitelerinde bile o eğitimin verilmediği Köy Enstitülerinde çocuklar hep bir ağızdan şu marşı söyledi:
Köy Enstitüleri Marşı
Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine,
Milletin her kazancı, milletin kesesine,
Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak,
En yeni aletlerle, en içten çalışarak,
Türk için, yine yakın dünyaya örnek olmak,
Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği,
Yıkıyor engelleri ulus egemenliği,
Görsün köyler bolluğu, rahatlığı, şenliği,
Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Malatya / Hekimhan / Söğüt Köyü İlkokulu 1985